Ana Sayfa Yap   |   Favorilere Ekle   |   
Arama:
Âmentü'nün Altı Esası  >  En büyük rehberler  
 
Yazıcı için   Yazı boyutunu büyütmek için     
En büyük rehberler

Sual: İnsan, kendi başına doğru yolu bulabilir ve Allah’ı tanıyabilir mi?
CEVAP
Tarihi inceleyecek olursak, insanların, önlerinde Allahü teâlânın gönderdiği bir rehber olmadan kendi başlarına gittiklerinde, hep yanlış yollara saptıklarını görürüz. İnsan, kendisini yaratan büyük kudret sahibinin var olduğunu, aklı sayesinde anladı. Fakat ona giden yolu bulamadı.

Peygamberleri işitmeyenler, yaratıcıyı önce etraflarında aradı. Kendilerine en büyük faydası olan güneşi, yaratıcı sandılar ve ona tapmaya başladılar. Sonra, büyük tabiat güçlerini, fırtınayı, ateşi, kabaran denizi, yanardağları ve benzerlerini gördükçe bunları yaratıcının yardımcıları zannettiler. Herbiri için bir suret, alamet yapmaya kalktılar. Bundan da putlar doğdu. Böylece, çeşitli putlar zuhur etti. Bunların gazabından korktular ve onlara kurbanlar kestiler. Hatta, insanları bile bu putlara kurban ettiler. Her yeni hadise karşısında, putların miktarı da arttı. İslamiyet zuhur ettiği zaman Kâbe-i muazzamada 360 put vardı.

Kısacası insan, bir, ezeli ve ebedi olan Allahü teâlâyı kendi başına bir türlü tanıyamadı. Bugün bile güneşe ve ateşe tapanlar vardır. Bunlara şaşmamalıdır! Çünkü, rehbersiz, karanlıkta doğru yol bulunamaz. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Biz, Peygamber göndererek bildirmeden önce azap yapıcı değiliz.) [İsra 15]

Allahü teâlâ, kullarına verdiği akıl ve düşünme kuvvetinin nasıl kullanılacağını onlara öğretmek ve kendi birliğini onlara tanıtmak ve iyi işleri fena, zararlı işlerden ayırmak için, dünyaya Peygamberler gönderdi. Peygamberler beşeri sıfatlarda bizim gibi insandır. Onlar da yer, içer, uyur ve yorulur. Diğer insanlardan farkları, zeka ve muhakeme kuvvetlerinin çok üstün olması, tertemiz ahlaklı ve Allahü teâlânın emirlerini bize tebliğ edecek bir güçte bulunmalarıdır. Peygamberler en büyük rehberlerdir.

Nimetlerin en büyüğü
Sual:
Allah’ın en büyük ihsanı hangisidir?
CEVAP
Allahü teâlânın, insanlara olan nimetlerinin, ihsanlarının en büyüğü, Peygamberler göndermesidir. Peygamberler göndererek, razı olduğu ve razı olmadığı şeyleri bildirmiştir. Peygamberler, fen bilgilerini öğretmediler. (Bunları akıl ile araştırınız, bulunuz, faydalı işlerde kullanınız) dediler. Kendileri de, kendi zamanlarında bilinen fen vasıtalarını yaptılar ve kullandılar. Daha fazlasını ve yenilerini yapmakla uğraşmadılar. Bunları yapmayı başkalarına bıraktılar. Kendileri, Allahü teâlânın bildirdiği dini yaymaya, öğretmeye uğraştılar.

Eshab-ı kiram, bir gün Peygamber efendimize sordu:
- Yemen’e gidenlerimiz, orada hurma ağaçlarını, başka türlü aşıladıklarını ve daha iyi hurma aldıklarını gördük. Biz Medine’deki ağaçlarımızı babalarımızdan gördüğümüz gibi mi aşılayalım, yoksa, Yemen’de gördüğümüz gibi aşılayıp da, daha iyi ve daha bol mu elde edelim?
Resulullah efendimiz, bunlara şöyle diyebilirdi:
(Biraz bekleyin! Cebrail aleyhisselam gelince, ona sorar, anlar, size bildiririm) veya, (Biraz düşüneyim. Allahü teâlâ, kalbime doğrusunu bildirir. Ben de, size söylerim.)
Fakat böyle demedi ve şöyle buyurdu:
- Tecrübe edin! Bir kısım ağaçları, babalarınızın usulü ile, başka ağaçları da, Yemen’de öğrendiğiniz usul ile aşılayın! Hangisi daha iyi hurma verirse, her zaman o usul ile yapın!

Yani fennin esası olan tecrübeye güvenmeyi emir buyurdu. Kendisi meleklerden anlar veya mübarek kalbine elbette doğar idi. Fakat, dünyanın her tarafında, kıyamete kadar gelecek Müslümanların, tecrübeye, fenne güvenmelerini işaret buyurdu.

Eğer Peygamberler gönderilmeseydi, akıl, Allah’ın varlığını anlayamaz, Onun büyüklüğünü kavrayamazdı. Nitekim, kendilerini akıllı sanan eski Yunan filozofları, Allahü teâlânın varlığını anlayamadılar, Yaratanı inkâr ettiler. Nemrut ve Firavun gibi birçok kimse de, ilahlık iddiasında bulunmuştu. Demek ki, insanların kısa akılları, bu en büyük nimeti anlayamıyor, Peygamberler bildirmedikçe, sadece akılları ile bu sonsuz saadete kavuşamıyor.

İslamiyet’te aklın ermediği şeyler çoktur. Fakat, akla uymayan bir şey yoktur. Ahiret bilgileri ve Allahü teâlânın beğenip beğenmediği şeyler ve Ona ibadet şekilleri, eğer aklın çerçevesi içinde olsalardı ve akıl ile doğru olarak, bilinebilselerdi, binlerce Peygamberin gönderilmesine lüzum kalmazdı. İnsanlar, dünya ve ahiret saadetini kendileri görebilir, bulabilirdi ve Allahü teâlâ, hâşâ Peygamberleri boş yere ve lüzumsuz göndermiş olurdu. Hiçbir akıl, ahiret bilgilerini bulamıyacağı, çözemiyeceği içindir ki, Allahü teâlâ, her asırda dünyanın her tarafına, Peygamber göndermiş ve en son ve kıyamete kadar değiştirmemek üzere ve bütün dünyaya, Peygamber olarak, Muhammed aleyhisselamı göndermiştir.

Bütün Peygamberler, akıl ile bulunacak dünya işlerine dokunmayıp, yalnız bunları araştırmak, bulup faydalanmak için çalışmayı emir ve teşvik buyurmuş, kendileri dünya işlerinden her birinin, insanları ebedi saadete ve felakete nasıl sürükleyebileceklerini anlatmış ve Allahü teâlânın beğendiği ve beğenmediği şeyleri açık olarak bildirmişlerdir.

Peygamber gönderilmeseydi
Sual:
Peygamberler olmasaydı insan, Allah’a nasıl ibadet edileceğini, nasıl şükredeceğini bilebilir miydi?
CEVAP
İnsanları var eden ve varlıkta kalabilmeleri için gereken her nimeti gönderen, Allahü teâlâdır. İyilik edene şükretmek gerektiğini herkes bilir. Allahü teâlânın nimetlerine nasıl şükredileceğini bilmek için de, yine Peygamberler "aleyhimüssalevatü vetteslimat" gerekir. Onların bildirmediği şükür ve saygı, Ona layık olmaz. Ona nasıl şükür olunacağını, insan bilemez. Ona karşı saygısızlık olan bir şeyi, şükretmek ve saygı sanabilir. Şükredeyim derken, saygısızlık yapabilir. Allahü teâlâya nasıl şükredileceği, ancak Peygamberlerin bildirmeleri ile anlaşılır.

Evliyanın kalblerine doğan (İlham) denilen bilgiler de, Peygamberlere uymakla hasıl olmaktadır. İlham, akıl ile hasıl olsaydı, yalnız akıllarına uyan eski Yunan felsefecileri yoldan sapmazlardı. Allahü teâlâyı herkesten iyi anlarlardı. Halbuki, Allahü teâlânın ve Onun üstün sıfatlarının varlığını anlamakta, insanların en cahilleri, bu felsefecilerdir. Bunlardan birkaçı, Peygamberlerden işiterek ve mümin olan tasavvufculardan görerek, riyazet ve mücahede yapmış, nefslerine sıkıntı vererek onu parlatmışlar, böylece birkaç şey bulabilmişler ise de nefsin safasının, parlatılmasının ve bu yoldan ele geçenlerin sapıklık olduğunu anlayamamışlardır.

Kalbi parlatmak, temizlemek gerekir. Kalb temizlendikten sonra, nefs temizlenmeye başlar. Nurlar önce temiz kalbe girer. Kalb temizlenmeden nefsi parlatmak, gece düşmanın yağma yapması için, ona ışık yakmaya benzer. Nefsin yardım ettiği düşman, İblistir. Evet, açlıkla, nefsin istediklerini yapmamakla, ona sıkıntı vermekle ve akıl ile aramakla da, doğruya ve saadete kavuşulabilir. Fakat, bu ancak Peygamberlere ve bunların Allahü teâlâdan getirdiklerine inandıktan sonra mümkün olabilir. Çünkü Peygamberlerin her sözü, yanılmayan meleklerle bildirilmiştir. Bu bilgilere, şeytan düşmanı karışamaz.

Bu büyüklere uymayanlar ise, şeytanın aldatmasından kurtulamazlar. Felsefecilerin büyüklerinden olan Eflatun, İsa aleyhisselamın zamanında bulunmak şerefine kavuşmuştu. Fakat, kaba cahillik yaparak, kendisinin kimseden bir şey öğrenmeye ihtiyacı olmadığını sandı. O yüce Peygamberin "aleyhissalevatü vetteslimat" bereketlerinden mahrum kaldı.


Peygamberleri ve Kitapları inkâr
Sual:
(Allah’a inanıyorum, ama Peygamberlere ve Kitaplara inanmıyorum) diyen kimse Müslüman mıdır?
CEVAP
İmanın şartı altıdır. Birini inkâr eden Müslüman olamaz.

Her şeyi hikmetli yaratan Allah, insanları başıboş mu bırakır? Onların nasıl hareket edeceğini elbette bildirir. Peygamberleri vasıtası ile kitaplar göndererek, neleri yapıp neleri yapmamak gerektiğini bildirmiştir. Peygamberleri inkâr, Allah’ı inkâr olur.

Peygamberler, Allah’ın emirlerini noksansız bildirmişlerdir. Her şeye gücü yeten Allahü teâlâ, gelecekte olacak [yani yaratacağı] şeyleri de bildiği için emrini değiştirecek, yanlış iş yapacak kimseleri Peygamber olarak gönderir mi? Hâşâ Allah’ın emirlerini değiştirseler, yanlış şeyler söyleseler, her şeye gücü yeten Allahü teâlâ buna mani olmaz mı? Her vasfını bildiği, en güvenilir insanları Peygamber yaparak göndermiştir. Allahü teâlâ, Peygamber yapacağı kimselerin durumunu, onları yaratmadan önce de biliyordu.

Allahü teâlâ, (Ben insanları bana ibadet etmeleri için yarattım) buyuruyor. Peygamberler, kitaplar göndermeseydi, biz Allah’a nasıl ibadet edecektik? Bir kimsenin Allah’a inanıp da Onun Peygamberlerine inanmaması, o kimsenin normal olmadığını gösterir.

Her yere Peygamber gönderilmiştir
Sual:
Peygamberler niçin hep Arabistan’dan çıkmıştır? Neden Avrupa ve Uzakdoğu gibi yerlere Peygamber gelmemiştir?
CEVAP
Dünyanın her tarafına, her şehrine Peygamber gönderilmiştir. Ancak bunlara inanan hiç olmadığı veya çok az olduğu için Peygamber gelmemiş zannedilmektedir.

İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
(Eski zamanlarda, bütün dünyada Peygamber gönderilmedik yer kalmamış gibidir. Hatta, bundan en mahrum zannedilen, Hindistan’da bile, Hindlilerden Peygamber gönderilmiştir. Bu şehirleri sayabilirim. Hatta köylere kadar Peygamber gönderilmiştir. Fakat deli diyerek alay ediyor, inanmıyorlardı. Azgınlıkları artınca Allahü teâlâ da onları helak ediyordu. Bir müddet sonra başka Peygamber gönderiyor, ona da böyle yapıyorlardı. Hindistan’da böylece yıkılmış şehir harabeleri çoktur.) [1/259]

[Dağda, ormanda, mağarada veya çölde yaşayıp da dinden haberi olmayan kimseler, imanlı olmadıkları için Cennete girmezler. Allah’ı, Cenneti, Cehennemi duymadığı ve inkâr etmediği için Cehenneme de girmezler. Dirildikten sonra hesaba çekilip, varsa günahları kadar mahşer yerinde azap çekeceklerdir. Herkesin hakkı verildikten sonra, bütün hayvanlar gibi, bunlar da yok edilecekler, bir yerde sonsuz kalmayacaklardır. (Mektubat-ı Rabbani, Feraid-ül fevaid, Tac)

Dağda, çölde yaşayıp da Peygamberleri işitmemiş olana Şahik-ul-cebel denir. Bunlar mazurdur. Peygamber gelmemiş hükmündedir. Bunların, Peygamberlere inanmaları, emrolunmadı. Bunlar için Kur'an-ı kerimin İsra suresinin on beşinci âyetinde, (Peygamber göndermeden önce, azap yapmayız) buyuruldu. (İsbat-ün-nübüvve)]

İkinci baba
Sual:
Nuh aleyhisselama ikinci baba denilmesinin sebebi nedir?
CEVAP
Nuh aleyhisselam zamanında Tufan olup, bütün dünyayı su kapladı. Yeryüzünde bulunan insanların ve hayvanların hepsi boğuldu. Fakat, Nuh aleyhisselam ile gemide bulunan müminler kurtuldu. Nuh aleyhisselam gemiye binerken, her hayvandan birer çift almış olduğundan, hayvanlar da, bunlardan üredi.

Nuh aleyhisselamın gemide üç oğlu vardı: Sam, Yafes ve Ham. Şimdi yer yüzünde bulunan insanlar, bu üçünün soyundandır. Bunun için, Nuh aleyhisselama ikinci baba denir.

Hazret-i İsa’dan sonra
Sual:
Hazret-i İsa ile Peygamber efendimiz arasında Peygamber gelmiş midir?
CEVAP
Hazret-i Âdem’den beri birçok Peygamber geldiği kitaplarda yazılıdır. Bunlardan bin senede bir gelene Resul denir. Her asırda en az bir Peygamber gelerek, Resullerin bildirdiği dinleri kuvvetlendirmişlerdir. Resullere tâbi olan bu Peygamberlere Nebi denir. Hazret-i İsa’dan sonra da nebiler gelmiştir. Mesela Hazret-i Yahya, İsa aleyhisselamla aynı senede doğmuştur. Hazret-i İsa’ya İncil inince, Hazret-i Yahya da Ona tâbi olup İncilin hükümlerini bildirmiştir. Hazret-i İsa’dan sonra da nebiler [Peygamberler] gelmiştir. Bunlardan üçünün hayatı, Türkiye Gazetesi’nin yayınlarından Peygamberler Tarihi Ansiklopedisi’nin 5. cildinde bildirilmiştir. Bunlar, Şemun, Circis ve Halid bin Sinandır. (Aleyhimüsselam)

Sual: Yeni Rehber Ansiklopedisi’nin c.10, s. 130 ‘da, (Benimle İsa arasında başka bir Peygamber yoktur) hadis-i şerifi yer alıyor. Yine c.8, s. 250’de, Halid bin Sinan’ın Peygamber olduğu, Hazret-i İsa ile Muhammed aleyhisselam arasında geldiği ifade ediliyor. Bu ifadelerde bir tenakuz yok mu?
CEVAP
Tenakuz yoktur. Çünkü hadis-i şerifte, Hazret-i İsa'dan sonra kitap getiren resul yoktur buyuruluyor. Yoksa son resul ve son nebi olan Muhammed aleyhisselama kadar çok nebi gelmiştir. Hazret-i Âdem'den beri 124 bin kadar nebi geldiği bildirilmiştir. Yahya aleyhisselam da, her ne kadar Hazret-i İsa ile aynı devirde Peygamberlik yapmış ise de, Hazret-i İsa ile Muhammed aleyhisselam arasında yaşamış bir nebidir. Çünkü İsa aleyhisselam göğe kaldırıldıktan sonra da Peygamberlik yaptı. Hazret-i İsa'nın göğe kaldırıldığından bir buçuk sene sonra şehid edildi. Demek ki Halid bin Sinan bir nebidir.

Mürsel Peygamberler
Sual:
Hazret-i İsa resul olarak gelince, Hazret-i Musa’nın dini ile amel etmek caiz mi idi?
CEVAP
Hazret-i Âdem’den beri, her bin senede bir Resul gelirdi. Her yüz senede bir veya birkaç Nebi denilen Peygamber gelirdi. Resul ve Nebi olan bütün Peygamberler, hep aynı esaslara iman edilmesini istemişlerdir. Yani Hazret-i Âdemin bildirdiği iman ile, Peygamber efendimizin bildirdiği iman aynı idi. İmanda değişiklik olmaz. Amele ait hükümlerde zamanla değişiklikler oldu. Önceleri haram olan bir şey, sonra helal, önce helal olan bir şey sonra haram olmuştur.

Bir Resul gelince, bunun geldiğini duyanların, artık önceki Resulün bildirdikleri ile amel etmeleri caiz olmaz. Mesela Hazret-i İsa gelince, bunu işitenlerin artık Hazret-i Musa’nın getirdiği hükümlerle amel etmeleri caiz değildi. Ancak başka bir beldede bulunup da Hazret-i İsa’nın geldiğini işitmemiş olanlar, bundan müstesnadır. Onların yine Hazret-i Musa’nın dini ile amel etmeleri gerekirdi.

Eğer bir mürsel Peygamberin getirdiği din zamanla tahrif olmuş, değişmişse, ona da uyulmaz. Ondan önce gelmiş, tahrif olmamış din ile amel edilir.

Hazret-i İsa gelmeden önce, Hazret-i Musa’nın dini tahrif olmuştu. Hazret-i Üzeyre Allah’ın oğlu deniyordu. Hazret-i İsa’nın gelişinden kısa bir müddet sonra da, Isevilik tahrif olmuş, hak olarak hiçbir yerde kalmamıştı. Hazret-i İsa’ya "tanrı" veya "tanrının oğlu" deniyordu.

Akl-ı selim sahipleri, tahrif olmuş bu dinlere uymadılar. Daha önce gelen ve bozulmamış olan Hazret-i İbrahim’in dinine tâbi oldular. Peygamber efendimizin mübarek ana babası ve Mekke’deki birçok kimse, bu sebeple Hazret-i İbrahim’in dini ile amel etmişlerdir.

 
Geridön
 





Dünya Namaz Vakitleri


Türkiye Takvimi


Sitemizdeki bilgiler, bütün insanların istifadesi için hazırlanmıştır.
Orjinaline sadık kalmak şartıyla, izin almaya gerek kalmadan, herkes istediği gibi alıp istifade edebilir.