Evlat unutur, baba unutmaz
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Her insanın genelde üç babası vardır: Dünyaya gelmesine sebep olan babası, kayın babası, kendisine ilim öğreten babası yani hocası. Bunların içinde en önemli olanı hocasıdır. Çünkü hem bu dünyamızı, hem de âhiretimizi kazandırır. Bir kimseyi büyüklerin kabul etmesi, Rabbimizin de kabul etmesi demektir. Büyüklerden birini sevmemek, hepsini sevmemektir. Büyüklere dil uzatan sonunda sürünür, sonra da aklı gider. (Hocasını incitene darılmayan, köpekten kötüdür) sözü meşhurdur. Seyyidlere saygıda kusur etmemeli, onların hakkı her şeyin üstündedir. Bir de hocanın aile efradına, evlatlarına, yakınlarına hürmette kusur işlememeli. Eğer yapamıyorsak hiç olmazsa uzakta durmalı, karışmamalı, ama yine de saygısızlık yapmaktan uzak durmalıdır.

Merhum hocamız, (Bu büyükleri kıran ve üzen en büyük felakete uğramıştır. Öyle yaşayın ki sakın üzülmesinler. Onların rızasını ve duasını alan da, hiç üzülmesin) buyururdu. Büyükleri çok sevmek büyük devlettir, çünkü Cenab-ı Hak cevheri çöplüğe koymaz. Onun için büyükleri seven kişi, bilsin ki çok temiz bir kalbe sahiptir.

Şah-ı Nakşibend hazretlerinin bir talebesi vardı. Hocasını çok seviyor, çok saygı gösteriyor, kendisini mahşer günü hatırlaması için çok büyük gayret sarf ediyordu. Bunun üzerine bir gün Şah-ı Nakşibend hazretleri, (Evladım merak etme, evlat babayı unutur, ama baba evladını unutmaz) buyurdu. Merhum hocamız da buyurdu ki:
(Mürşid-i kâmili olmayan talebe, okyanus ortasında bulunan bir tahta parçası gibidir. O tahta parçası batar, çıkar, biraz durur, sonra yine batar. Allah muhafaza eylesin son nefesinde de batarsa işte o kötüdür. Ama mürşid-i kâmili olan bir talebe, okyanus ortasında bulunan bir ada gibidir. Ne kadar dalga gelirse gelsin, ne kadar rüzgâr eserse essin, oradan kıpırdamaz, hep orada durur.)

Bu büyükleri tanıyan, seven en büyük nimete kavuşmuş olur. Bu nimetin şükrü ve gereği olarak üzerimize düşen vazife çok kolaydır, o da bu büyüklerin kitaplarını okuyup amel etmek, yaymak, insanlara ulaştırmaktır. Böylece onların da bu nimete kavuşmasına vesile olmaktır. Bu yolda hizmet etmek için elden geleni yapmalıdır. Hizmet eden, hizmetinin karşılığını hem bu dünyada hem de âhirette alır.

Büyüklerin etrafındaki insanlar

Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Tıpkı Güneş'in ışınlarının her yere ulaşması gibi, Peygamber efendimizden de sürekli feyzler ve bereketler yağar. Yalnız, gelen bu feyzler, herkesin bünyesinde kimyasal bir değişime uğrar. Sevenlerin şevkleri ve muhabbetleri artar. Düşmanlık edenlerin de kinleri çoğalır. Aynı Güneş ışınlarını alan elmanın tatlılaşması, biberin acılaşması gibidir.

Merhum hocamız, (Büyükleri sevenler, Peygamber efendimizin zamanında olsalardı hepsi Eshab-ı kiramdan olurdu. Bugün inkâr edenler de, o zaman yaşamış olsalardı Ebu Cehil'in tarafında yer alırlardı) buyururdu. Elbette, bugün inanmayanlar Cenab-ı Peygamber zamanında olsalardı gene inkâr edeceklerdi. Bugün inananlar, o zaman olsalardı gene Resulullah için canını malını feda edeceklerdi. Değişen bir şey yoktur. İman etmek için görmek veya görmemek önemli değildir.

Hendek Gazası'nda Resulullah'ın etrafında üç grup insan topluluğu vardı. Bunların birinci grubu hakiki Müslümanlardı, canla başla hendek kazıyorlar, Resulullah'ın etrafında pervane gibi dönüyorlardı. Bazen hendek kazılırken çok büyük kayalar çıkıyor, onları kıramayınca Resulullah’a haber veriyorlardı. Zira Resulullah herkesten daha kuvvetliydi. Yine bir defasında böyle bir kaya çıktı. Resulullah geldi. Elindeki aletle kayaya vurunca kaya parça parça olurken ortalığı aydınlatacak kadar kıvılcımlar ve ateşler saçıldı. (Şu anda İran'ın, Kisra'nın sarayının Müslümanların eline geçtiğini, ganimetlerin Arabistan’a getirildiğini ve Kostantiniyye'nin [İstanbul’un] de fethedildiğini görüyorum. Onu fetheden kumandan ne güzel bir kumandan, onu fetheden asker ne güzel bir askerdir) buyurdu.

İkinci gruptakiler, (Böyle şey nasıl olur, Arabistan neresi, İran ve Kostantiniyye neresi) dediler Resulullah'ı inkâr ettiler, defolup gittiler.

Üçüncü gruptakiler de, (Biz çok yorulduk, daha fazla çalışamayacağız, hanımlarımız, çocuklarımız da hasta, bizi beklerler, biz de gidiyoruz) diyerek gittiler.

Resulullah efendimiz de, kendisini seven ve hakiki tâbi olanlarla, yani Eshab-ı kiramla kaldı. Resulullah efendimizin vârisi olan büyüklerin etrafındaki insanlar da böyle üç gruptur. Birinci grupta olmaya çalışmalıdır.

www.ailevekadin.com