Acımayana acınmaz!
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Veren aziz olur. İnsanın imanı kemâle erdikçe, vermesi çoğalır. Hiçbir cimri, Allah dostu olamaz. Bu dostluğun yolu cömertlikten geçer. Cömertlik de, öyle lafla olmaz. Çok parası olanın, Allah için verirken, sayarak, ölçerek, biçerek vermesi cömertlik sayılmaz.

Büyük bir zatın talebesi, bir camide akşam namazını kılar. Orada garip birisinin, namazını kılıp dua ettiğini görür. Onun hâli dikkatini çeker, yanına yaklaşır, selam verir. Bir ihtiyacı olup olmadığını sorar. Garip kişi, (İhtiyacım yok) der gibi bir işaret yapar. Ama görünüşü çok perişan olduğu için, o talebe, (Belli ki bu, hâlini söylemeyen cinsten) diye düşünür ve ısrar eder, (Lütfen söyleyin, bir yardımımız dokunabilir mi?) der. O kişi, talebenin samimiyetle sorduğunu görünce, (Bir ekmek parası varsa iyi olur) der. Talebenin ciğeri sızlar, cebindeki paraların hepsini çıkarıp, hiç saymadan ona verir.

Evine vapurla gidebilmek için bilet almaya gider, ama cebinde bir kuruş kalmamıştır. Ne yapacağını şaşırır, Allahü teâlâya tevekkül ederek gemiye biner. Biletçiye, (Bugün bilet alamadım. Söz, yarın iki bilet vereceğim. Bana izin ver de geçeyim) der. Biletçi de, (Estağfirullah kardeşim, ben seni tanıyorum, geç bakalım) der. Ertesi gün iki bilet getirip verir.

Allahü teâlâ, kendisine sığınana bir çıkış kapısı açar. Yeter ki o şefkat, o merhamet içimizi yaksın! Çünkü Peygamber efendimiz, (Merhamet etmeyene, merhamet edilmez, acımayana acınmaz) buyuruyor. Biz acırsak, bize de acırlar. Şimdi bu merhamet azaldı. İnsanlar birbirinden kaçar hâle geldi.

İnsan, iyilik gördüğü kimseye, elde olmadan muhabbet besler. Onun için dinimiz diyor ki:
Kötü kimselerin bize iyilik etmesine fırsat vermemeli, çünkü ister istemez kalb onlara meyledebilir. Kâfire muhabbet, Allah korusun, küfre kadar götürür. Onun için Peygamber efendimiz, (Yâ Rabbi, kötülerin, bana iyilik etmesini nasip etme!) diye dua ederdi. Salihlerle birlikte olmaya çalışmalıdır.

Tabiînin en büyüklerinden Hasan-ı Basri hazretleri, bir gün talebelerine buyurur ki:
Eğer siz, Eshab-ı kiramı görseydiniz, onları mecnun zanneder, bunlar deli derdiniz. Eğer onlar sizin iyilerinizi görseydi (Bunlar, hayırdan nasipsiz kimseler) derlerdi. Kötüleriniz için de, (Bunlar Müslüman mı? Müslümansa ne biçim Müslüman?) derlerdi.

O hâlde kendimize, (Bunlar ne biçim Müslüman) dedirtmemeliyiz.


Paranın gittiği yerden geldiği yer belli olur!


Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Çok zengin biri camiye gider. Yanına da tesadüfen fakir ve garip birisi namaza durur. Aslında o bir Allah adamıdır. Namazdan sonra bu fakir, duasında, yemeklerin isimlerini de sayarak, (Yâ Rabbi, acıktım, bana şu yemekleri gönder!) der. Zengin, bunu işitince, kendisine duyurmak için böyle dua ettiğini zannedip ona, (Kardeşim, ne diye böyle dolaylı yoldan söylüyorsun, açıktan isteseydin verirdim) der. Fakir, (Ben Rabbimden istedim, sen de kimsin?) der ve bir kenara çekilir, uyumaya başlar. Az sonra birisi, elinde tepsiyle gelir. Fakiri uyandırıp, (Efendim, yemekleriniz geldi. Ben dışarıda bekliyorum, yemekten artan olursa alacağım) der. Tepside fakirin duada istediği yemeklerin aynısı var. Zengin şaşırır. Merakla dışarı çıkıp yemeği getirene der ki:

- Sen kimsin, bu fakir kim, bununla ne ilgin var?

- Ben hamalım. Bugün yükünü taşıdığım zengin, on lira yerine, yüz lira ihsan etti. Eve çokça erzak alıp götürdüm. Hanım yemekleri yaptıktan sonra, bir kenarda uyuya kalmış. Rüyasında Peygamber efendimiz ona, (Bu yemekleri, şu camide bir Allah dostu var. Ona gönder, ondan arta kalanını yerseniz, çok bereketini görürsünüz. Bunu yaparsanız, Cennete gireceğinize kefil olurum) buyurmuş. Hanım da, (Baş üstüne Yâ Resulallah) demiş. Uyanınca durumu bildirdi. Ben de yemekleri getirdim. O zenginin parası, ne hayırlıymış ki, o parayla bu nimet bana nasip oldu.

- O sana yüz lira verdi, ben beş yüz vereyim, o sevabın bir kısmını bana ver!

- Cenab-ı Peygamber, Cennete girmeme kefil oluyor, sen beş yüz lirayla bunu elimden mi alacaksın? Dünyayı versen kabul etmem.

İmam-ı a’zam hazretleri, (Paranın gittiği yerden, geldiği yer belli olur) buyuruyor. Birinci zenginin parası hayırsızdı, hayırlı işe nasip olmadı. Ama ikinci zenginin parası hayırlıydı, Allahü teâlâ ona bu hayırlı işi yaptırdı. Hem kendisi, hem hamal, hem de hanımı kurtuldu. Peygamber efendimiz, (Hayra vesile olan, hayır işlendikçe sevab kazanır, şerre alet olan, o şer yapıldıkça kendisine günah yazılır) buyuruyor. Kendi paramızla, kendimizi Cehenneme atmak olacak şey mi?

Demek ki marifet, çok kazanmak değil, helâlinden kazanıp, helâl yere sarf etmektir. Harcamak, kazanmaktan daha önemlidir. O hâlde parayı, âhiretimizi kazanacak şekilde harcamalıyız.

www.ailevekadin.com