Yaşayışıyla örnek olmak
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Diyelim ki, gözlerimiz sağlam, gayet güzel görüyoruz, ama lambayı söndürünce karanlıkta, aynı gözle, birbirimizi göremiyoruz. Demek görmek için sadece göz yetmiyor, ışık da gerekiyor. İşte bugünkü insanlık da karanlıkta kalmıştır, çünkü aydınlatıcı unsurlar ortadan kaldırılmıştır. Kur’an-ı kerim nurdur. Zulmette yani karanlıkta inmiştir. Mekke-i mükerremede, Medine-i münevverede putperestlik vardı. Dinsizlik, ahlaksızlık, hırsızlık, eşkıyalık, rüşvet, diri diri çocuklarını gömmek vardı. Kur’an-ı kerim ve Peygamber efendimiz o zulmette ışık idi, nur idi. O nura uyanlar, huzura kavuşmuş, derhal değişmişlerdir.

Dine hizmet eden, bu din büyüklerine tâbi olan Müslümanların, şuna çok dikkat etmesi gerekir: Bu yola girmeden önce, doktor, müdür, subay olmuş olsak da, bu yola girince durum değişir. Bugün bizim hâlimiz, konuşmamız, tavrımız, İslamiyet’i ve bu büyükleri temsil ediyor, çünkü artık millet bize doktor, müdür, subay gözüyle değil dinin hizmetkârı gözüyle bakar. Mademki hizmete tâlibiz, hizmetin gereklerini yerine getirmemiz gerekir. Onun için büyüklerimiz (Lisan-ı hâl, lisan-ı kâlden entaktır) buyuruyor. Yani hiç konuşmadan İslamiyet’i yaymak, konuşarak anlatmaktan çok daha etkilidir. Bir Müslüman hiç konuşmasa, yalnız alışverişiyle, giyinmesiyle, namaz kılmasıyla, davranışlarıyla örnek olarak İslamiyet’i yayabilir. Bir başkası, çok konuşur, fakat yaşayışı İslam’a uymadığı için, millet onun yüzünden İslamiyet’ten uzak durur. Bu ise felakettir. O halde en ideali, sözüyle yaşayışı bir olandır. Eğer konuşması hâlinden farklıysa, konuşmamak daha iyidir. Çünkü Kur’an-ı kerimde mealen, (Yapmadığınızı söylemeyin) buyuruluyor.

Bir örnek:
Gayrimüslimlere ait bir ticaret kervanı gelip, gece Medine’nin dışına konar. Yorgunluktan hemen uyurlar. Halife Hazret-i Ömer, şehri dolaşırken bunları görür. Abdurrahman bin Avf’ın evine gelip, (Bu gece bir kervan gelmiş. Hepsi kâfir ise de, bize sığınmıştır. Eşyaları çok ve kıymetlidir. Yabancıların, yolcuların bunları soymasından korkuyorum. Gel, bunları koruyalım) der. Sabaha kadar bekleyip, sabah namazında mescide girerler. Kervandakilerden bir genç uyumaz, onları gözetler. Arkalarından gider. Soruşturup, kendilerine bekçilik eden iki şahıstan birinin Halife Hazret-i Ömer olduğunu öğrenir. Gelip arkadaşlarına anlatır. Roma ve İran ordularını perişan eden, adaletiyle meşhur, yüce halifenin bu merhamet ve şefkatini görerek, İslamiyet’in hak din olduğunu anlayıp seve seve Müslüman olurlar.

Eshab-ı kiramın yaşayışı

Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Peygamber efendimiz Medine’deyken, Şam’dan iki papaz geliyor. (Âhir zaman peygamberi diye bir zat, yeni bir din getirdiğini söylüyormuş. Biz de din adamıyız. Gidelim, bu dini inceleyelim. Eğer doğruysa tâbi olalım. Bozuksa milleti böyle bir yalancıdan kurtaralım) diyorlar. Bu düşünceyle Medine’ye geliyorlar. Birkaç gün Peygamber efendimizin huzuruna gitmiyorlar. Sadece Müslüman olmuş kimseleri inceliyorlar. Nasıl yaşadıklarına, nasıl alışveriş yaptıklarına bakıyorlar, çünkü onlar, daha önce görüştükleri, tanıştıkları, bildikleri insanlardı. Müslüman olunca yaşayışlarında nasıl bir değişiklik olduğunu görmek için, onların aralarına giriyorlar. Aradan birkaç gün geçtikten sonra, Resulullah efendimizle görüşmek istiyorlar. Kapıdan içeri girer girmez, daha hiçbir şey sormadan, bir şey söylemeden, (Yâ Resulallah, biz iman ettik, sen hak Peygambersin) diyorlar.

Peygamber efendimiz, buna çok memnun oluyor. Böyle daha hiçbir mucize istemeden, hiçbir sohbete kavuşmadan, iki papazın gelip iman ederek, (Sen hak Peygambersin) demeleri, fevkalade sevindiriyor. Resulullah efendimizin gözleri yaşarıyor. Oturuyor, (Hayırdır inşallah) diyor. Bir kişi iman edince veya birisine bir kitap verince, (Nasibi varsa kurtulacak) diye nasıl biz seviniyorsak, Peygamber efendimiz de çok seviniyor. Kendisi zaten Peygamber, bu onun asli vazifesidir. O iki kişiye buyuruyor ki:

— Peki, ne gördünüz de iman ettiniz? Benden bir şey öğrenmediniz, bana bir şey sormadınız.


— Yâ Resulallah, biz seni değil, Eshabını inceledik. Biz bu kimselerle daha önce alışveriş yaptık. Bunların ne olduklarını eskiden bilirdik, fakat senin dinine mensup olduktan sonra, bunlar âdeta birer melek olmuşlar. İnsanın bu kadar değişmesi, beşer işi değildir, ilahîdir. Mutlaka sen hak Peygambersin, çünkü Eshabın bunun açık delilidir. Hiç şüphemiz kalmadı. Bir soru sorup ayrılacağız. Âdem Peygamberden, İslamiyet’e kadar, bütün dinlerin esası nedir?

— Allah birdir, Onun, gönderdiği kitaplar ve peygamberler haktır. Dinin esası, şimdi,
“La ilahe illallah, Muhammedün Resulullah” demektir.

Cevabı beğeniyorlar. Mübarek elini öpüyorlar, putları atıyorlar, elbiselerini çıkarıyorlar. Eshab-ı kiram olarak Şam’a, İslamiyet’i yaymaya dönüyorlar. Hâlis niyetle geldikleri için, netice de hayırlı olmuştur.

www.ailevekadin.com