İki zıt şeyde hedef aynı olmaz
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Peygamber efendimiz, (Allahü teâlâ bir kulunu severse, onu dünyada zahid, ahirete râgıb yapar. Ona kusurlarını gösterir) buyuruyor. Zahid olur demek, dünya varlığıyla övünmez, bunlara kıymet vermez demektir. Malı mülkü, mevki makamı, şanı şöhreti sevmez olur. Bunlar onda olabilir, ama hiç sevmez. Olmakla sevmek çok farklı şeylerdir, çünkü Peygamber efendimiz, (Dünya sevgisi bütün kötülüklerin başıdır) buyurdu. Dünyanın kendisi değil, sevgisi kötüdür, çünkü dünya sevgisiyle Allah sevgisi birbirine zıttır. İki zıt şeyde, hedef aynı olmaz. Doğuya giden batıdan, batıya giden ise doğudan uzaklaşır.

Demek ki, bir insanda dünya sevgisi azaldıkça, kendi kusurlarını görmek arttıkça, Cenab-ı Hakkın onu sevdiği anlaşılır. Ahirete râgıb kılar demek de, gayesi Allah sevgisi ve ahiret olur demektir. Şayet böyle şeyler onun hatırına bile gelmiyorsa, onun işi bitmiştir.

Peygamber efendimiz, (Hayat, ahiret hayatıdır) buyuruyor. Bu dünya, ahiretin kapısıdır. Dünya hayatı bir rüyadır, hayaldir. Gün gelecek, bunların hepsi hayal olacak. Bir yere misafirliğe gidip gelmek gibidir. Hayat da böyle bitecek. Aklı olan, hayal peşinde koşarken, başkasını üzer mi, kalb kırar mı? Hiç insan, rüya âleminde, mal varlığıyla, mevki ve makamıyla öğünür mü? Çünkü uyandığımız zaman hesabını vereceğiz. Dünya sevgisi, mal mülk, mevki makam, şan şöhret sevgisi, sarhoş eden içkiye benzer. Bunu içen ancak ölürken ayılır, onun da faydası olmaz. Onun için ölmeden önce, ölümle uyanmadan önce, birbirimize, (Ölüm var, kendine gel) diye hatırlatmamız, yardım etmemiz lazım. Dostluk, din kardeşliği böyle olur. Allahü teâlâ Musa aleyhisselama, (Kendine dost ara! Herhangi bir arkadaşın, seni benim sevgime teşvik etmezse, o senin düşmanındır) buyurdu.

Hazret-i Ömer’in Şam’da bir arkadaşı vardı. Gelenlerden sordu. (Şeytana arkadaş oldu, günah işliyor) dediler. Birisine, (Giderken bana uğra) dedi. Hazret-i Ömer, dönüşte o kimseye bir mektup verdi. Mektupta Mümin suresinin ilk üç âyet-i kerimesini yazıp lüzumlu nasihatlerde bulundu. Âyet-i kerimede mealen, (Allahü teâlânın her şeyi bildiği, günah işleyenler tevbe ederse tevbesini kabul edeceği ve azabının şiddetli olduğu) bildiriliyordu. Arkadaşı mektubu okuyunca ağladı. (Allahü teâlâ, kelamında doğrudur. Ömer de bana nasihat etti) diyerek, tevbe edip günahlarından vazgeçti.


Ahiret yolcusunun vazifesi

Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:

Dünya hayaldir, yalandır. Allahü teâlâ dünya için, meta-ül-gurur buyuruyor. Dünya, aldatıcı bez parçası gibidir. Sıcak tencereyi tutmaya yarayan beze meta denir. Gurur da aldatıcı demektir. İşte, insanların peşinden koştuğu, milyonlarına milyon, binalarına binalar kattığı dünya, meta-ül-gururdur, yani insanı aldatıp, Allah yolundan alıkoyan dünya menfaatidir.

Herkes bir yolculuğa çıkarken, kendisine yolda ve gittiği yerde lazım olan eşyalarını alır; daha fazlasını almak ahmaklıktır. Hepimiz ahiret yolcusuyuz, bunu inkâr mümkün değil. Bize, yolda ve gittiğimiz yerde lazım olanlar faydalıdır, onun dışındakiler zararlıdır. O halde, bu dünyada, yolda ve gittiğimiz yerde lazım olanları tedarik etmek zorundayız. Bunun dışında her ne varsa, yola ve gittiğimiz yere faydası olmayan işlerle uğraşmak ahmaklıktır.

Peki, bu kadar kazandığımız dünyalıklar ne olacak? Eğer ahiret niyetiyle, yani Allah rızası için kazanılmışsa ve Allah rızası için sarf edilmişse hepsi mübarektir, hepsi yolculuğa aittir. Aksi halde, nefse ait olanların, nefs düşüncesiyle elde edilenlerin hepsi zararlıdır, bir kıymeti yoktur. Ahirette hangi iş, hangi eşya işe yarar? İşe yarayan iş, amel-i salih olandır. O halde dünyada elde ettiklerimiz veya edeceklerimiz, ancak ahirete ait olursa faydalıdır, ahirete faydası olmayacak olan her icraat ise dünyalıktır, azab-ı ilahidir ve beladır.

Dünya hayatında bir yolcu olduğumuzu unutmamalı. Bavulumuzu ahirette açacağız. Ona ne doldurduğumuza dikkat etmeliyiz. Lüzumlu ve kıymetli şeyleri, gittiğimiz yerde geçerli, işe yarayan şeyleri seçmeliyiz.

Peygamber efendimiz, (Her şeyin bir kaynağı vardır. Haramlardan sakınmanın kaynağı, ariflerin kalbleridir) buyuruyor. Yani, veranın kaynağı, Ehl-i sünnet âlimlerini, Silsile-i aliyye büyüklerini tanımaktır. Onları tanıyan kurtulur. Büyükleri tanımadan, kitaplarını okumadan yapılan çok ibadet, insanı kurtarmaz. Yanlışlıklar yapar. Doğru yapsa bile, kendini beğenir, perişan olur, kibre düşer, mahvolur. Allah korusun!

Görmekle tanımak da farklı şeylerdir. Bu büyükleri tanımanın alameti, verdiğini arttırmaktır. Tanımak arttıkça, vermek, ihsan etmek artar. Tanımak azaldıkça, vermek azalır.

Peygamber efendimiz yine, (Her şeyin bir esası vardır. İmanın esası da veradır) buyuruyor. O zaman, büyükleri tanımanın kıymeti, önemi bin kat daha artıyor. Bu büyükleri tanımak, onları tanıtmak, ne büyük ibadetse, onları kırmak da o derece kötüdür. Allah korusun!

www.ailevekadin.com