Nefsi aradan çekmek
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Müslüman, kimseye kötülük etmez. Kendine zarar verene, karşılık vermeyip sabreder. Ona tatlı dille, güler yüzle nasihat eder. Başarının sırrı, tatlı dil ve güler yüzdür. Âhir zamanın cihadı budur. Bunun aksi ise sıkıntı verir; çünkü dostun kalbini kırar, düşmanın düşmanlığını arttırır.

Başarıyla insan arasında nefis vardır. İnsan nefsini aradan ne kadar çekerse, o kadar başarılı olur. Araya nefsimiz karıştığı müddetçe başarısız olur. Başarıdan kastımız, sadece para kazanmak değildir. Cenab-ı Hakkın rızasına uygun iş yapmaktır. Allahü teâlânın rızasına uygun iş yapmak için, elden geldiği kadar nefsi aradan çekmek gerekir. Arada ne miktarda nefis varsa, başarı da o miktarda azdır.

Büyükler hep, başkasıyla değil, nefsimizle mücadele etmeyi bildirmişler ve bunu istemişlerdir. Hatta bazı büyükler, işleri idare eden talebelerine, nefsi aradan çekmek için, (Bizimle, hizmetlerimizle ilgili size müracaat edenlere, eğer peki diyebiliyorsanız diyebilirsiniz; ama hayır demeyin! Hayır demek, bize aittir. Öyle bir durumda bize havale edin! Çünkü o bize geliyor, size gelmiyor. Bizim adımıza hayır dediğiniz takdirde, bunun sonucuna katlanmak size sıkıntı verir. Belki biz ona evet diyeceğiz. Evet demekte serbestsiniz; ama hayır diyemezsiniz. Belki biz de, hayır diyeceğiz; ama bizim dememiz başkadır, biz onun ahiretine bakarak evet veya hayır deriz. Onun için faydalı olan cevabı veririz. Bunu siz bilmezsiniz) buyurmuşlar.

Abdülhak-ı Dehlevi hazretleri, (Allah yolunda bir mücahid, bir kılıç sallamakla, bir dervişin, kırk sene riyazet çekerek bir kapalı odada zikretmesinden kazandığı sevabdan daha çok sevab kazanır) buyuruyor. İmam-ı Rabbani hazretleri de, (Bugünün silahı top, tüfek değil, kâğıt, kalemdir) buyuruyor. Bu yüzden, bu büyüklerin yolunda Ehl-i sünnete hizmet edenler, her nerede olursa olsun, hangi vazifede olursa olsun, cephede olan mücahidin tâ kendisidir; çünkü o gemide, o birliğin içerisindedir, o cemaatin, o cemiyetin içindedir. Bu hizmetler, sevaba ortak bir şirkettir. Herkes, âhirette ihlâsı nispetinde pay alacaktır.

Peygamber efendimiz buyuruyor ki:
(Eğer bir insan günahlardan kurtulur da, emr-i maruf yaparsa, onun hiç malı mülkü olmasa da, çok zengin sayılır. Hiçbir askeri, hiçbir kuvveti olmasa da, çok güçlü bilinir. Bütün insanlar arasında, bir şey olmadığı halde, en kıymetli, en aziz o olur.)


Nefse karşı gelmek

Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Sebeplere yapışmak ibadettir; çünkü nefse hakarettir. Dinin temeli, esası da, nefse karşı gelmektir. Yani sebebe yapışmaktan maksat, nefse hakaret etmektir; çünkü orda bir acizlik ifadesi vardır. Nefsimiz bunu istemez. Bazıları yardım etmek ister, şunları, bunları yapsana der. O ise, (Lüzum yok, ihtiyacım yok. Ben yaparım, ben ederim) diye cevap verir. Bunları hep nefsimiz dedirtir. Hâlbuki ihtiyaç halini belli etmek rahmettir.

Allahü teâlâ, vesileyle yani bir sebeple yapılan duaları kabul eder. Duaların kabul olacağı yerleri yaratmış, mübarek ayları, günleri, geceleri yaratmış. Kişiler yaratmış, sebepler yaratmış. Tabii en büyükleri de, Kâbe-i muazzama, Peygamber efendimizin zatı, mübarek kabri, Arafat...

Allahü teâlâ, zamansız ve mekânsız, hiçbir yerde olmayarak, her an, hazır ve nâzırdır. Bir hadis-i kudside Cenab-ı Hak, (Beni zikredenin iki dudağı arasındayım) buyuruyor. O bize bu kadar yakın; biz ise çok uzağız. Günahlar, bedenimiz, her şey, bizi Cenab-ı Hakk’tan çok uzaklaştırıyor; ama Kâbe-i muazzama, Peygamber efendimizin huzuru, bizi Cenab-ı Hakk’a yaklaştırır. Biz çok uzağız; ama bu vesilelere yaklaşırsak, işte o zaman, dualar daha çabuk kabul olur, daha bereketli olur.

Bir mümin, bir mümin kardeşi için, onun arkasından ne dua ederse, melekler âmin der. Melekler günahsız olduğu için de, Allahü teâlâ onların duasını kabul eder. Bu sefer melekler der ki, ya Rabbi bu mümin, bunun için ne istediyse, aynısını sen de ona ver. Bu duaları da kabul olur.

Evliya zatların, Ehl-i sünnet âlimlerinin, Silsile-i aliyye büyüklerinin huy ve ahlakında, verirken sevinmek, alırken de üzülmek vardır. Evliya bir zat, verirken duyduğu zevk ve şevki, başka şeylerde duyamaz. Alırken çektiği sıkıntı ve üzüntü de böyledir.

Allah’ın ismiyle, yalan yere yemin etmek çok tehlikelidir. Doğru da olsa, lüzumsuz yere yemin etmemek gerekir. Allahü teâlânın ismini, üç beş paralık dünya için kullanmamalı. Allah’ın ismiyle olunca, karşı taraf elbette inanır. Mesela, Âdem aleyhisselamın Cennetten çıkarılmasının sebebi, şeytanın yemin etmesi oldu. Şeytan ona, vallahi şöyle, billahi böyle diye yeminle söyledi. Allah’ın ismine yemin edince, o da inandı, yalan olmaz dedi...

www.ailevekadin.com