Şükrün kabul olma şartı
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Dünyada, Ehl-i sünnet itikadındaki bir Müslümandan daha zengini, daha bahtiyarı yoktur. Yeter ki ayağı yanlış yere kaymasın, yanlış iş yapmasın. Sormadan iş yapmamalı, eli ateşe sokmamalı. Ehl-i sünnet itikadı için Allahü teâlâya ne kadar hamd edilse azdır. Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretleri buyuruyor ki:
(Allahü teâlâ bir kuluna iman verdi, ne ki ona vermedi? Allahü teâlâ bir kuluna iman vermedi, ne ki ona verdi?)

Onun için, lütf-u ilahiyle, mübarek zatlar vesilesiyle, onların kıymetli kitapları vasıtasıyla Ehl-i sünnet vel cemaat itikadını veren yüce Allah’a ne kadar hamd etsek, şükretsek azdır. Yeter ki O, bizim teşekkürlerimizi kabul etsin; fakat bunun da şartı var. O şartı yerine getirmeyenlerin de teşekkürünü Allahü teâlâ kabul etmiyor.

Mübarek bir zatla bir talebesi beraber yürüyerek bir yere giderler. Mübarek zatın yolda anlattıklarından bir tanesi çok ibretlidir. Buyurur ki:
Evladım, geçenlerde bir talebemiz, benden dua istedi. Ben eve geldim. Bu talebe hakkında bizim hanıma sordum. Bizim hanım, (O bahsettiğin kişi, annesini çok üzüyor. Geçenlerde annesi geldi, çok dert yandı) dedi. Ben de ona dua etmedim; çünkü ben dua etsem Allahü teâlâ kabul etmez. Peygamber efendimiz, (Size iyilik eden birisine, siz eğer teşekkür etmezseniz, Allahü teâlâya şükretmiş olamazsınız) buyuruyor.

Bu yüzden, evvela şükretmemiz, teşekkür etmemiz lazım olan anne ve babamızdır; çünkü kulağımıza ilk ezanı okuyan, kelime-i şehadeti söyleyenler onlar. Anne babalarımız ilk mürşidlerimizdir. Dolayısıyla onların duasını, onların rızasını almayanın, başkasının duasıyla kurtulması zordur. Ama sana dua etsem, Allah kabul eder. Çünkü annen, sana çok dua ediyormuş, her zaman (Ben ondan çok razıyım, Allah da razı olsun) diyormuş.

İkinci teşekkür etmemiz gereken, bize dinimizi öğreten, imam-ı Rabbani hazretleri gibi Ehl-i sünnet âlimleridir. O büyükler, kendilerine bir bardak çay verene, bana iyiliği dokundu diye senelerce dua ederlerdi. Bir bardak çay için bu kadar vefakâr olduktan sonra, bizim dünya ve ahiret saadetimiz için her şeylerini feda eden bu büyük zatlara teşekkür etmezsek, bir Fatiha okuyup mübarek ruhlarına hediye etmezsek ne kadar yanlış iş yapmış oluruz. Teşekkür edersek kazanan biz oluruz. Etmezsek, kaybeden yine biz oluruz. O halde, nerden kaybettiğimizi, nerden kazandığımızı iyi düşünelim.


Kimseyi incitmeyin

Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Silsile-i âliye büyüklerinden Seyyid Abdullah-ı Dehlevi hazretleri buyuruyor ki:
(Bizi sevene, yolumuzu sevene, bu büyükleri sevene, - Allahü âlem - kabir azabı olmaz.)

O büyüklerin tahmini konuşmaları, “Allahü âlem” demeleri, öyle zannediyorum demeleri, belki demeleri katiyet ifade eder, muhakkak manasındadır; çünkü onlar mutlak böyle demezler, avamın anlayışı sebebiyle belki derler, bir açık bırakırlar.

Büyük kerametlerden üçü şudur:
1- Bu büyükleri tanımak,
2- Onları sevmek,
3- Onların yolunda gitmek.

Bu yol, insanları incitmemek yoludur. Tasavvuf, Allah’ın kullarını incitmemektir. Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretleri, vasiyetnamesinin son satırında, (Hiç kimsenin kalbini incitmeyin!) buyuruyor.

Çölde bir köle yaşar. Bu bir gün susamış. Orası senin, burası benim derken, her tarafa gidiyor, en nihayet bir pınara rastlıyor. Pınardan bir su içiyor, şeker gibi, gayet güzel. Bu güzel su bizim halifeye uygundur diyor. Alıyor testisini, suyu dolduruyor, beş günlük yola, Bağdat’a gidiyor, halifeye çok sevdiği sudan verecek. İnsanoğlu, sevdiği şeyin, sevdikleri tarafından da içilmesini, yenilmesini sever. Güzel bir şey duyduğu zaman bunu mutlaka sevdiklerine de söylemek ister.

Bu köle de almış testiyi, gelmiş Bağdat’a. Tam Bağdat’a girerken, Halife Memun da Bağdat’a girmek üzere. Halifeyi görünce hemen yanına gidip der ki:

— Halifem, vallahi seni arıyorum.

— Hayırdır inşallah ne var?

— Ben pınardan bir su içtim, şeker gibi, o suyu size getirdim, hele bir için bakın, ne kadar güzel.

Halife testiyi alıyor ki, su kaynamış, içi yosunlaşmış, her şey var ama garip severek getirmiş. Ne yapsın, Bismillahirrahmanirrahim diyor, gözünü kapatıyor, burnunu tıkıyor, suyu içiyor. Soruyor köle:

— Nasıl halifem?

— Hayatımda böyle su içmedim. Sana çok teşekkür ediyorum.

Köle çok sevinir. Halife de ona bir kese altın hediye eder. Köle ayrılıp gittikten sonra Halife der ki:

— Kimse içmeden şu suyu dökün!

— Ama efendim siz nasıl içtiniz?

— Ne yapayım, bizim dinimiz insanları incitmemek dinidir. Onu üzmemek için, kalbini kırmamak için kendimi mahvettim, o suyu içmek zorunda kaldım.

www.ailevekadin.com