Ana Sayfa Yap   |   Favorilere Ekle   |   
Arama:
Hikmetli Sözler  >  Kadere inanan kederden kurtulur  
 
Yazıcı için   Yazı boyutunu büyütmek için     
Kadere inanan kederden kurtulur

Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:

* Mümin, başına hayır ve şer geldiğinde ben bunu bekliyordum diyendir. Allahü teâlânın kaza ve kaderine iman eden kederden kurtulur.

* Huzur, mekanda değil kalbdedir. Kalbin huzuru, insanın mutluluğu parayla değil, Allahü teâlânın zikriyledir. Zikir birkaç çeşittir. Kur’an-ı kerim okumak zikirdir, doğru yazılmış dini kitap okumak zikirdir. Sohbet zikirdir. Namaz zikirdir. Yani zikir Allah’ı anma, hatırlamaktır. Şu veya bu şekilde hatırlamaktır. Rahat, huzur zikirledir.

* İslam âliminde iki özellik vardır:
Birincisi, tevazu. Allahü teâlâyı tanıyan, bilen başını kaldıramaz. İnsan ne kadar Allahü teâlâyı tanırsa, o kadar korkar. Gerçek âlimler Allahü teâlâdan en çok korkan kişilerdir.
İkincisi, nakil. Dinimiz nakil dinidir.

* İhlas olmayan yerde, menfaat girer, dünya girer. İhlas demek, ahiret demek, Allah için demek.

* Rahatsızlıklar vücudun zekatıdır.

* Büyükleri devamlı düşünen devamlı feyz alır.

* Her kemalin bir zevali vardır. Kırkından sonra zeval gelir.

* Bu dünya değil, bu dünyayı sevmek kötüdür. Bir kalbde iki korku bulunmaz. Dünyadan korkan ahiretten korkmaz. Dünya hayatında iki yol var:
1- Havasız uzun bir tünel
2- Havadar, zevk ve sefalarla dolu bir tünel.
Havasız tünelden geçenler, sıkıntılı yolun sonunda rahata ererler, sıkıntılardan kurtulurlar. Havadar, zevk ve sefa dolu tünelden geçenler ise Cehennem çukuruna düşerler. Rahatsız olurlar.

* Ehli sünnet itikadına sahipseniz, büyüklerin yolunda iseniz, kırk bin dünya verseler, kavuştuğunuz nimet karşısında çer çöp kalır.

* Bir kimse Peygamberlerin yaptığı ibadetleri yapsa fakat üzerinde bir kuruş kul hakkı bulunsa, bu bir kuruşu ödemedikçe Cennete giremez.

* Kul hakkı çok mühim. Allahü teâlâ her türlü günahı affedebilir. Ama, kul hakkıyla gelmeyin buyuruyor. Kul hakkıyla gidenin işi adalete bırakılır. Adaletin ne şekilde hüküm vereceği belli olmaz. Allah korusun çok kimse ümitle gider de, hâli perişan olur.

* Size haksızlık eden, zulmeden, malınızı mülkünüzü gasp eden aslında size iyilik etmiştir. Eyvah onların haline. Sen mazlum, onlar zalim. Alan düşünsün. Ahirette zalim ağlayacak, mazlum gülecek. Zalim verecek, mazlum alacak.

* Günahı çok olan ehli sünnet âlimlerinin kitaplarını dağıtsın.

* Himmet gelen yerinde duramaz.

* Fakirlere verilen sadaka namazdaki kusurları giderir.

* Cenab-ı Hak Ramazan orucunun karşılığı ile iftiraya uğrayan kullarının ecirlerini hesapsız vereceğini vaat ediyor. Merhametlilerin en merhametlisi olan Allahü teâlânın kereminin sonsuzluğuna bakın ki; mümin kullarının hesaplarını sevap-günah tartısıyla ölçmenin yanında; kulun lehine olarak iki kapıyı ardına kadar açık bırakıyor. Halbuki; sevaplarla günahların yazılışlarında bile kulun lehinde hareket edilir; bunları tespitle görevli melekler, kulun hayırlı bir iş murat edip de yapamaması halinde bile sevap yazarken, kötü bir düşünceyi ise, ancak fiile döktükten sonra kayda geçirirler.

* Mazhar-ı Cân-ı Cânân hazretleri anlatır:
Bir defa cihânın süsü ve kâinâtın serveri olan Peygamber efendimizi rüyada görmekle şereflendim. Yan yana uzanmış yatıyorduk. O kadar yakındık ki, mübarek nefesi yüzüme geliyordu. Bu esnada susadım. Serhend büyüğünün [İmâm-ı Rabbânînin] oğulları, orada idiler. Resulullah, onlardan su getirmesini emretti. "Ya Resulallah, onlar benim pîrimin evlâdıdır" diye arz ettim. (Onlar söz dinler) buyurdu. Onlardan biri, kalkıp su getirdi. Kana kana içtim. Sonra; "Yâ Resulallah, Müceddîd-i elf-i sânî hakkında ne buyurursunuz?" diye arz ettim. "Ümmetimde onun bir benzeri yoktur" buyurdu. "Yâ Resulallah! Mektûbât'ı, mübarek nazarlarınızdan geçti mi?" dedim. (Eğer ondan hatırladığın bir yer varsa oku) buyurdu. Ben de, Allahü teâlâ için; "O, verâ-ül-verâ sonra yine verâ-ül-verâ'dır, yani Allahü teâlâ ötelerin ötesidir. Akıl neyi düşünür ve neyi tasavvur ederse O değildir" yazdığını söyledim. Resulullah efendimiz bunu çok beğendi ve; "Tekrar oku!" buyurunca, tekrar okudum. Bu ifâdeleri çok güzel buldu. Bu hâl epey bir müddet devam etti.

Sabah olunca büyüklerden bir zât erkenden gelip bana; "Ben bu gece rüyamda sizin bir rüya gördüğünüzü gördüm. O rüyayı bana anlat!" deyince, anlattım. Çok beğenip, hayret etti. Ben gördüğüm bu rüyada, Resulullah efendimizin mübarek nefesinin ve sohbetinin bereketiyle kendimi tamâmen nûr ve huzur içinde buldum. Uyanık iken ele geçen şeylerden daha çok bereketli olan bu rüyanın bereketiyle günlerce acıkmadım ve susamadım.

* İnanmak, kolay bir olay değildir. Hele; inandıktan sonra imanını devam ettirmek ve iman yüzünden uğradığı belalara sabredebilmek çok zordur. Bu, niçin böyledir? Tarih boyunca, insanların ekseriyeti inanmamış; bunlar inanmamakla kalmamış; küfrün her türlü imkan ve vasıtaları ile inananlara zulmetmeyi hayatlarının gereği bilmişlerdir. İmam-ı Gazali hazretleri bütün insanları dört gruba ayırıyor:

Birincisi;
parayı ilah edinenler. Bunların para ve menfaat için yapmayacakları kötülük yoktur. Para için ölür ve öldürürler.

İkinci gruptakiler ise;
zalimler olup, insanlara zulmetmekten zevk alırlar. Can yakmak onların gıdası ve şiarıdır.

Üçüncü gruptakiler,
bozgunculardır. İnsanların arasını açmak, aralarında laf taşımak, onların arasına fitne sokmak için ömür tüketirler.

Dördüncü gruptakiler
ise, bu üç gruptan olmayan; bu çirkin ve zemmedilen ahlakları taşımayan temiz Müslümanlardır.

İşte; dünya; bütün insanlık tarihi boyunca; insanların çok büyük yekununu teşkil eden bu üç grup kötü ahlaklılarla, bir avuç iyilerin kavgasına sahne olmaktadır. Bu durum kıyamete kadar böyle devam edecektir. Allahü teâlânın âdet-i ilahisi budur; böyle yapmakla imanın ve inananların şerefini artırmıştır. İnananları hiç zulme uğratmasa, tam tersine; Cennet misali bir hayatla yaşatsaydı; imanlarının nurları zahir olsaydı, o vakit bütün insanlar inanacaktı! Böyle bir iman, ind-i ilahide makbul değildir. Zira, bu insanlar gayba değil, gördüklerine ve kendi menfaatlerine iman etmiş oluyorlar! Menfaatlerini ilah ediniyorlar! Onun içindir ki, dünyada iyilerle kötüler karıştırılmış; bir arada yaşamaları ve her kap içindekini sızdırarak bu mücadeleyi vermeleri murat edilmiştir. Bundan dolayıdır ki, Müslümanlık sıkıntı yoludur. En büyük sıkıntıyı Peygamberler ve Allahü teâlânın sevgili kulları çekmiştir.

* İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Mümine iki şey verilmiştir ki; bu yüzden her hâl ve şartta hiçbir şeye şikayete hakları yoktur. Bunlardan birincisi; Ehli sünnet vel cemaat itikadı, ikincisi ise, Allahü teâlânın sevdiği bir kulunu tanıması ve onu sevmesidir.

* Kim olduğunuza değil, kiminle olduğunuza bakılacaktır. Kişi sevdiği ile beraberdir.

* Dünyada en zor iş karar vermektir. Evet denilecek yerde hayır denirse veya hayır denilecek yerde
evet denirse sonu felaket olur.

* La ilâhe illallah Muhammedün Resulullah kelimesinin söylemesi çok kolay, ecri çok büyüktür. Yüzlerce yıl insanların bir kısmı bu kelimeyi söyletmemek, bir kısmı da söyletmek için öldüler. Söyletmek için ölenler Cennete, söyletmemek için ölenler Cehenneme gittiler.

* Kalb kırmayın, insanları incitmeyin, değil mümin, kâfirin bile kalbini incitmeye hakkımız yok. Kalb Allahü teâlânın komşusudur, ev sahibine eziyet edince komşusu da incinir.

* Kimseyle tartışmayın. Münakaşa dostun dostluğunu giderir, düşmanın düşmanlığını artırır.

* Müminler dua ederler; Fasıklar ve münafıklar dedikodu, gıybet ederler.

* Ahir zamanda bütün dünyayı küfrün zulmeti kaplar. Herkes bu havayı teneffüs etmeye mecbur olur. Bu pisliği çıkartmanın, bundan kurtulmanın yolu, birkaç arkadaş bir araya gelince dinden, imandan, büyüklerden bahsetmektir. Böyle yapınca bu pislik çıkar, insan temizlenir, rahatlar.

* Peygamber efendimiz dört büyük halife ile mahşerde beraberken bir grup günahkâr Müslüman karşılarında bulunurlar:
1- Ebu Bekir (radıyallahü anh); Ya Rabbi bu günahkâr kulların içinde doğru sözlü olanlar var ise bunları affet der ve doğru sözlü olan günahkârlar affolur. Sonra;

2- Ömer (radıyallahü anh); Ya Rabbi bu günahkâr kulların içinde adaletli olanlar var ise bunları affet der ve adaletli olan günahkârlar affolur. Sonra;

3- Osman (radıyallahü anh); Ya Rabbi bu günahkâr kulların içinde haya sahibi olanlar var ise bunları affet der ve haya sahibi olan günahkârlar affolur. Sonra;

4- Ali (radıyallahü anh); Ya Rabbi bu günahkâr kulların içinde mert olanlar var ise bunları affet der ve mert olan günahkârlar affolur.

Bunlardan sonra Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem); Ya Rabbi fakir olan kullarını affet der ve hepsi affolur.

* Rabia-i Adviyye hazretleri çok çile çekti. Ama o çileden sonra da evliya oldu. İnsanlar çileyi, üzüntüyü sevmiyor. Halbuki orda ilaç. İlacı hiç kimse sevmez. Ama ilaç acı da gelse kurtulmak için lazımdır.

* Allahü teâlânın en razı olduğu kul, kullarını üzmeyendir. Onlara yük olmayandır. İnsan faziletler sahibi olup, faziletler dilinden dökülüyorsa, hâli bu söylediklerine uymuyorsa o tehlikelidir. Hem kendi için, hem başkası için. İnsanlar örnek insan ararlar. Ona kendini benzetmek, onun gibi olmak, onu örnek kabul etmek, ona saygı duymak, bu, insanın tabiatında vardır. Örnek insan, fedaidir. Feda etmiştir kendisini insanlar için, dinimiz için. Her bakımdan kendisini feda etmiştir. Artık o kendi için yoktur. İnsanlara hizmet için vardır. İşte böyle mübarek insanlar cünun [delilik] derecesinde kendilerini vakfettiler, hiç bir şey düşünmediler. Yalnız Allahü teâlâyı ve Onun dinini düşündüler. Onun kullarına bu nimeti ulaştırmayı düşündüler. Ancak bu şekilde sağlam olarak İslamiyet bize kadar geldi. İslamiyet fedakârlık ister, vefakârlık ister, çile ister.

İman nimetinin bizden gitmemesi için Rabbimize gece gündüz şükredelim. Bize kadar gelen emaneti bizden sonra gelenlere Allah rızası için aktarmaya çalışalım. Çünkü yarın ahirette Cenab-ı Hak, “Ey kulum, senin kurtulman için binlerce kulum, yüz binlerce kulum feda etti kendini. Kale kapılarında, surların önlerinde, meydanlarda, savaşlarda her yerde can, kan, mal, hepsini feda ettiler. Peki sen ne yaptın?” derse insan cevap veremez. Nimet ne kadar büyükse, onun getirdiği mesuliyet de o kadar büyüktür. Rabbimizin huzuruna kul hakkıyla gitmeyelim. İşte kul haklarından birisi de bu.

* Kelime-i tevhid bütündür. Herkes Allah diyor. Kâfirler de zorda kalınca Allah diyor. Ama Muhammed (aleyhisselam) demiyor. O zaman da iman olmuyor.

* Ramazan-ı şerif on iki ayın en kıymetlisidir. Peygamber efendimiz buyurdu ki:
(Ramazan gelince Cennet kapıları açılır, Cehennem kapıları kapanır, şeytanlar bağlanır.)
Ramazan çok kıymetli bir aydır. Diğer faziletlerinin yanı sıra, o ayın içinde olan Kadir gecesi, bin aya bedeldir. Bir ömür boyu ibadet sevabı var. Hem de, günahsız olarak.

Bu ayda oruç tutmayı Allahü teâlâ emretti, teravih kılmak sünnet oldu. Ramazan yanmak demektir. O ay oruç tutanların, tevbe edenlerin günahlarını yakıyor. Bu ayda her tarafta hayır, hasenat, bolluk bereket olur. Bu ay sabır ayıdır. Kim sabrederse Allahü teâlâ Cennet nasip edecek. Eğer o ay yetkililer, iş verenler, oruç tutanlara kolaylık gösterirse, onları azaptan korur.

Bu ay, dargınlar barışmalı, herkes birbirini ziyaret etmeli. Bu ayda çok az bir iyilik yapan, başka aylarda farz yapmış gibi ecir alır. Bir farz yapan yetmiş farz sevabı alır, dolayısıyla bu ay bir fırsat ayıdır, her gecesi ve saniyesi çok kıymetlidir. Oruç, Allah’ın emridir, farzdır, ben bunun sevabına kavuşmak istiyorum denilirse sevap alır, yoksa perhiz yapmak için, mide, karaciğer dinlensin diye, yani dünyevi bir maksatla oruç tutulursa vaad edilen ecirlere, sevaplara kavuşamaz. Bunun bir emir ve ibadet olduğunu bilmeli ve bu ibadetin sevabını istemeli. Bu ayda kelime-i şehadeti çok söylemeli. Fırsat buldukça Allahü teâlâya el açıp, ya Rabbi, beni affet demeli. İnsanın el açıp Cenab-ı Allah’tan bir şey istemesi hem kibri kırar, hem de zaten ibadet bu demektir. Yani zavallılığını, acizliğini arz etmektir.

Allahü teâlâ bu ayda bir oruçluya iftar verenin ahiretini muhafaza ediyor. Bir de oruçlu ne kadar sevap kazandıysa o kadar da orucu verene sevap veriyor. Eshab-ı kiram dediler ki;
Ya Resulallah, her birimiz, herkese oruç verecek kadar zengin değiliz, paramız pulumuz o kadar yok. Peygamber efendimiz buyurdu ki; bir bardak su verin, bir hurma verin, yarım bardak süt verin, bu sevaba yine kavuşun. Bu ayda oruçluya su veren kıyamette hiç susuzluk çekmeyecektir.

Peygamber efendimiz yine buyuruyor ki:
(Allahü teâlâ benim ümmetime Ramazan-ı şerifte beş şey ihsan eder ki, bunları hiçbir Peygamberin ümmetine vermemiştir:

1- Ramazanın birinci gecesinde oruca kalkana, Allahü teâlâ rahmetle nazar eder. Rahmetle nazar ettiği kul artık rahmete kavuşmuştur, hiçbir korku yoktur.

2- İftar zamanında, oruçlunun ağzı kokusu, Allahü teâlâya, her kokudan daha güzel gelir.

3- Melekler, Ramazanın her gece ve gündüzünde, oruç tutanların affolması için dua eder. Melekler günahsız olduğu için duaları kabul olur.

4- Allahü teâlâ, oruç tutanlara mahsus olarak Cennette bir köşk ihsan eder.

5- Ramazan-ı şerifin son günü, oruç tutan müminlerin hepsini affeder.)

İki arkadaştan biri şehit düşmüş, diğeri birkaç sene sonra vefat etmişti. Birkaç sene sonra vefat eden, şehitten daha yüksek derecede olur. Hikmeti merak edilir; Ya Rabbi, bu şehit, bu da normal vefat etti ama birkaç sene sonra? (Onun üzerinden üç ramazan geçti) cevabı verilir.

* Veysel Karani hazretlerine, uzak yoldan bir kimse gelip nasihat ister. O da “Allahü teâlâyı bilir misin?” der. Elbette bilirim diye cevap verir. “Başka bir şeyi bilmene gerek yok” der. Yolcu, uzaktan geldiğini söyleyip, yine nasihat ister, o da “Allahü teâlâ seni biliyor mu?” der. Elbette biliyor diye cevap verir. Veysel Karani hazretleri de “Başkasının bilmesine gerek yok o zaman” der ve gider.

* Ruhun dışında, insan ve hayvanın arasındaki fark Allah sevgisidir.

* Büyükleri gördükten tanıdıktan sonra dünyalıklarla uğraşmak, zengin bir kişinin, çöplükte uğraşması gibidir.

* Göz başkalarını görür, ama kendini göremez. İnsan büyüklerin kitaplarını okursa, kendini görür ve tanır. O zaman aynanın karşısına geçer ve kendi haline tükürür.

* Tevbe üç şekilde olur; dil ile, kalb ile ve hâl ile (azalar ile).

* İmam-ı Ebu Yusuf hazretleri yazdığı o kadar kitabın özetini de parmağındaki yüzüğe yazmış: “Kendi aklına uyan pişman olur.”

* İçi boş olanlar zahire bakar, büyükler ise kalbe bakar.

* Hazret-i Ömer’in yüzüğünde “Vaiz olarak ölüm sana yetişir” yazılı idi. Hazret-i Ali de yüzüğüne “El mülki lillah - Mülk Allah’ındır” yazdırdı. Beden, mal bizim değil emanet, hayırlı yerlerde kullanmalı.

* Allahü teâlâ her şeyin şifasını yaratmıştır. Kalbin şifası da zikrullahtır.

* Nefsin tezkiyesi ve iman için kelime-i tevhid (La ilahe illallah Muhammedün resulullah) söylemeli, kalbin tasfiyesi ve temizlenmesi için, günahların affı için tevbe istigfar etmeli (Estagfirullah) demeli.

* Müminin kelamı, taamı, siması şifadır. Yani müminin muhabbetle yüzüne bakmak insanın kalbine şifa verir. Mümin, Allahü teâlânın veli kuludur. Onun sevdiği kuludur. Ona muhabbetle bakmak, ona muhabbetle dua etmek, ona muhabbetle yardım etmek Cenab-ı Hakkın rızasını kazandırır. Hepimiz bu dünyada bir gaye için yaratıldık. O da Allahü teâlânın rızasını kazanmak. Onun rızasını kazanmak da onun kullarına iyilik etmekten geçer. Onun kullarına vermekten geçer. Onun kullarının duasını almaktan geçer. Onun kullarını razı eden Cenab-ı Hakkı razı etmiş olur. Allahü teâlânın razı olması için evvel kulların razı olması lazımdır. Mesela kim? Evvela anne baba, hoca, arkadaş… yani kimin hakkı varsa öncelikle onların razı olması lazım.

* Kabir hayatı var. Hayatta ruhun cesede desteği yüzde yüzdür. Ruh cesedi desteklediği için konuşuyoruz. İnsan vefat edince ruhun desteği yüzde elli azalır. Hayat devam eder. Yani his var hareket yok. Kabir hayatı, ahiret hayatına dahildir.

* Büyüklere zerre kadar benzemek bütün dünya nimetlerinden, lezzetlerinden daha kıymetlidir.

* Kusursuz insan olmaz, onun için kusurunu bilmek tevbedir.

* Bir kimse oturur, karşısındakiler ayakta durursa, Allahü teâlâ onu sevmez.

* Bir iş yapacağın zaman mutlaka ehline danış, bir din kardeşine danış. Sakın kendi başına yapma. Kendi başına yaparsan nefsine sormuş olursun, nefs ise kâfirdir. Sorduğun din kardeşin ne kadar yanlış cevap verirse versin, nefsin kadar yanlış karar veremez, nefsin kadar zararlı olamaz.

* Nimet ne kadar çok olursa düşmanı da o kadar çok olur, dolayısıyla Müslümanın düşmanı çoktur. Çünkü nimet çok büyük. Şeytan var, içimizde damarlarımızda dolaşıyor. Kâfir nefs bir an yalnız bırakmıyor. İşte bu düşmanlar işe tenkitle başlar, önce arayı açmaya çalışır, arayı bir açarlarsa araya mesafe koyarlar, bu mesafeyi kapatamazsınız. Aman, aman çok sakının. Sakın bir Müslümanı tenkit etmeyiniz, çünkü başlangıç noktası burasıdır.

* Her şey yazılmış, anlatılmış. Kitaplarda hepsi var. Hastaya teşhis konmuşsa bu hasta reçeteyi almış, ilaçları almış demektir. Kullanmıyorsa bu ilaçların ona faydası olmaz. İçmek şart, ondan sonra şifayı Allahü teâlâdan beklemeli. İşte kitaplarda da her şey yazılı. Okuyup uygulamalı. Okunmazsa, uygulanmazsa yarın ahirette kime ne denebilir? Ruhun tedavisi için Allah adamı gereklidir. Vücudun tedavisi için de hastaneye gitmek lazımdır. Evde, İmam-ı Rabbani hazretleri gibi büyüklerin kitapları bulunmalı. O kitaplarda yüzlerce Allah adamı var.

* Allahü teâlâ Kur’an-ı kerimde çok yerde, “Namaz”la “Zekat”ı beraber buyuruyor. Zekat mutlaka verilecektir. Vermezse ya hırsız alır götürür, ya da bir şekilde elinden çıkar gider. İnsan isyan eder, ama mal isyan etmez.

* Cami duvarına eden, camiye bir şey yapamaz. Etse de kendine eder.

* Cüzdanlar cepten çıktığı zaman, aşk-muhabbet zirveye çıkar. Cüzdanlar cebe girdiği zaman aşk-muhabbet gizlenir, kenara çekilir.

* Büyükler bir defa söyler, o söz kıyamete kadar değişmez.

* İmam-ı Gazali hazretleri dünya ve ahiret adamını tarif ediyor, diyor ki; Bir memlekette çok meşhur bir saat tamircisi olsa, bu bir başka memlekete gitse, ben çok meşhur bir saat tamircisiyim demez, dese bile kim inanır? Orada kim tanır, tanımayınca da geri memleketine döner. Yine bir memlekette çok meşhur bir saat tamircisi olsa, başka bir memlekete gitse, süslü elbiseler giyip yanına beş-on kişi alsa, halk sorar bu kim? Filan yerdeki çok meşhur saat tamircisiymiş dese herkes bunu tanır. İşte bu dünya adamıdır, öteki de ahiret adamıdır. Ahiret adamı kendini unutturmaya, dünya adamı kendini tanıttırmaya uğraşır.

* Üç “zâde”den çekinmek lazımdır:
1- Şehzâde. Babası padişahtır çünkü.
2- Seyyidzâde. Dedesi Resulullahtır “aleyhissalatü vesselam”. Evlada yapılan babaya yapılmış demektir. Evlad-ı resulün kalbini kıran yanar.
3- Pirzâde. Babası hocandır. Ona yaptığın hocana gider. Artık akıbeti ne olur, onu kimse bilmez.

* En kıymetli iki şey vardır. Ondan daha kıymetlisi yoktur. Bunlardan birincisi Allahü teâlâya iman, diğeri de Onun kullarına faydalı olmaktır, insanları sevindirmektir. En kötü, ondan daha aşağısı olmayan iki şey vardır: Birincisi, Allahü teâlâya şirk koşmak, diğeri de Onun kullarının kalbini kırmaktır. Kâbe’yi yıkmak ne kadar kötü bir şeydir. Bir müminin kalbini kırmak ise, yetmiş kere Kâbe’yi yıkmak gibi günahtır. Kalb kırmanın ne kadar kötü olduğunu buradan anlamalıdır.

* Mümin müminin kardeşidir. Kim bir mümin kardeşine yardım ederse, Cenab-ı Hak da ona yardım eder. Kim bir mümin kardeşinin ayıbını örterse, Cenab-ı Hak da ahirette onun ayıbını örter. Kim bir mümin kardeşini sevindirirse Allahü teâlâ da ahirette onu sevindirir. Kim bir müminin kardeşinin hacetini giderirse Allahü teâlâ da onun ihtiyacını giderir.

* Büyüklerin yolunun esası vefalı olmaktır. Herkesin iyi tarafını görüp, sevmektir.

* Birbirimizi sevmemiz, nefsimizi sevmememize bağlı. Nefsini seven, arkadaşını, büyükleri ve Allahü teâlâyı sevemez. Çünkü bir kalbde iki sevgi bulunmaz.

 
Geridön
 





Dünya Namaz Vakitleri


Türkiye Takvimi


Sitemizdeki bilgiler, bütün insanların istifadesi için hazırlanmıştır.
Orjinaline sadık kalmak şartıyla, izin almaya gerek kalmadan, herkes istediği gibi alıp istifade edebilir.