Ana Sayfa Yap   |   Favorilere Ekle   |   
Arama:
Hikmetli Sözler  >  Mutlak kavuşturucu yol  
 
Yazıcı için   Yazı boyutunu büyütmek için     
Mutlak kavuşturucu yol

Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:

İki mümin, Allah rızası için bir araya gelirse, şeytan uzakta bekler, aralarına giremez; fakat birbirleriyle bozuşup ayrılsınlar diye bekler.

Dinimiz, bir araya gelmeye çok önem veriyor. Mesela Şah-ı Nakşibend hazretleri, Allahü teâlâya mutlak kavuşturucu bir yol istedi, dua etti. Dünyada değilse kabirde, orada değilse mahşerde, mahşerde de değilse, Cennette kavuşturacak bir yol talep etti. Allahü teâlâ onun duasını kabul etti. Talebeleri, (Mutlak kavuşturucu olan bu yolun esası nedir?) diye sordular. Şah-ı Nakşibend hazretleri buyurdu ki:

(Bu yolun esası, sohbettir, Allah rızası için bir araya gelmeniz, dinden bahsetmeniz sohbet olur. Eğer din kardeşliğinizi en ön planda tutup, birbirinizi kırmazsanız, birbirinizi severseniz, bu size yeter. Bundan Allahü teâlâ razı olur ve siz Cennetlik olursunuz.)

Haram lokma ve şeytan
Haram yiyen insandan keramet beklenmez, böyle şey olmaz, mümkün de değildir. Helal lokma, kalbi nurlandırır, insan daha kolay ibadet eder. Haram lokma ise, insanı şeytanın oyuncağı yapar.

Bir gün İbrahim Ethem hazretlerine dediler ki:
— Efendim, bir genç var, gece gündüz ibadet ediyor, vecde gelip kendinden geçiyor. Her hareketi keramet, uçuyor ve uçuruyor.

İbrahim Ethem hazretleri;

— Bunda bir iş var, buyurdu.

— Siz de gelin görün efendim, tuhaf bir genç!

— Hay hay, dedi.

Gidip baktı ki anlattıkları gibi,
(Ya Rabbi, inşallah şeytandan değildir) dedi ve gence yaklaşıp;

— Delikanlı ben seni çok sevdim, akşam bana gel de yemek yiyelim, diye teklif etti.


Delikanlı geldi. İbrahim Ethem hazretleri torbasından bir lokma ekmek çıkardı,
(Al evladım ye!) dedi. Genç, Bismillah deyip lokmayı yedi. Ancak, bütün halleri gitti, bir şey kalmadı. Şaşkın halde sordu:
— Hocam, sen bana ne yaptın öyle?

— Ben bir şey yapmadım, sadece ekmek verdim.

— Bendeki kerametler ne oldu?

— O keramet zannettiğin şeyler şeytandandı, her tarafın şeytanlarla dolmuş, bir helal lokmada esas halin meydana çıktı, buyurdu.



Aşksız din olmaz

Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:

Mahşer günü, 50 bin ahiret senesidir. Ahirette bir gün, dünyanın bin senesidir. Güneş bir mızrak boyu alçalacak. Böyle büyük bir azap var. İnsanlar sıkıntı içinde olacaklar; fakat Mevlana Halid-i Bağdadi hazretleri buyuruyor ki:

(O mahşer günü, Ehl-i sünnet itikadında olan ve bu yolun büyüklerine muhabbeti olan için, arşın altında gölgede iki rekât namaz kadar olacak.)

Bunu bilen, buna inanan, buna iman eden bir insan, nasıl sevinmesin? O neşelenmesin de kim neşelensin! Ne büyük saadet, ne büyük devlet! Dertlerin, sıkıntıların, fakirliğin ne önemi var; bunların hepsi geçicidir. Biz kalbimizdeki imanımıza bakarız. İmanımız doğruysa en büyük saadet ve zenginlik budur. Onun için, dinin temeli imandır. Doğru imanı olan en büyük zengindir.

İnanmak, sadece bilmek değildir. Mermere yazı yazmak gibi olmalıdır. İnsan bildiğini unutur; ama imanını unutmaz. Çünkü imanın akılla alakası yoktur. En son olarak can yani ruh kalbden çıkar. Beyinden çıkar, kulaktan çıkar, burundan çıkar, yani artık onlar vücuttaki faaliyetlerini yerine getiremez hâle gelir; ama kalbden çıkmaz, hemen çıkmaz. Yani kalbden en son çıkar. Dolayısıyla kalbde Allahü teâlâya ve onun sevdiklerine karşı sevgisi olan, kalbde doğru imanı olan, imanlı gider.
İşte bunun için, sevgisiz dünya olmaz, muhabbetsiz, aşksız din olmaz. Nasıl, kurtulmak için kurtulanlarla beraber olmak lazımsa, aşka kavuşmak için de, âşıklarla beraber olmak lazım; çünkü aşk bulaşıcıdır. Kimde aşk varsa yanındakilere de bulaşır.


Bunlar ölmesin ben öleyim
Bir ilim yuvasında çok sadık bir kedi varmış, sahiplerine çok bağlıymış. Bir gün bu ilim yuvasında büyük bir kazanda süt kaynatıyorlarmış. Kedi çok huzursuz olmuş. Bir oraya, bir buraya koşuyormuş. Sürekli bağırıyormuş; ama derdini kimse anlamamış. Yahu bu kedi hasta mı, yerinde duramıyor, bir oraya bir buraya zıplıyor, buna ne oldu demişler; ama derdini anlayan yokmuş.

En sonunda kediyi kimse anlamayınca, o da kaynar kazanın içine atlamış ve ölmüş. Bu süt içilmez diye kazanı indirip sütü dökmüşler.

Bir bakıyorlar ki, içinde ölmüş ve de zehrini kazanın içine akıtmış büyük bir yılan var. Sütü içen ölecek...

Kedi, ben buradan ekmek yedim, bu evden çok iyilik gördüm, bunlara zarar gelmesin, bunlar ölmesin ben öleyim diye kendini feda etmiş.

Fedakârlık varsa vefakârlık vardır. Fedakârlık yoksa vefa yoktur.



Hem kalbi hem bedeni korumak

Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:

Hem kalbi hem bedeni korumak gerekir. Kalb korunmazsa, bedenle beraber Cehennem ateşine girmekten kurtulamaz.

Bir mübarek zatın, bir halifesi vardı. Hocası onu,
(Oradaki Allah’ın kullarını irşad et!) diye memleketine gönderdi. Burada
irşad faaliyetine devam eden bu talebe, bir gece teheccüd namazına kalkmak için uyandı; ancak titremekten yerinden kalkamadı, feci hasta oldu. Bir çeşit sıtma olan humma hastalığına yakalanmıştı. Şiddetli titriyordu. Doktor getirelim dediler. (Beni bu hastalık öldürür; yalnız ölmeden hocamı görmek istiyorum) dedi.

Hocasına haber verdiler ve şöyle dediler:
— Efendim, filan yerdeki halifeniz, talebeniz, çok ağır hasta, humma hastalığına tutuldu. Herhalde ölüm mukadder, mutlaka sizi görmek istiyor, hocamı görmeden ruhumu teslim etmek istemiyorum diyor. Duanıza muhtaç olduğunu bildiriyor.

Haberi alan hocası,
(Peki, gidelim) dedi.

Hocası geldi, odaya girdi. Oradakilere dedi ki:
— Baş hasta, siz ayakların tedavisiyle uğraşıyorsunuz, baş gidiyor, siz ayakları kurtarmak için uğraşıyorsunuz. Bu vücut yarın, yarın değilse öbür gün mutlaka ölecektir; ama asıl bunun hastalığı var, o hastalık ancak ateşte temizlenecektir, ben ateşin yakacağı hastalığı düşünüyorum.

Yavaş yavaş, hastanın aklı başına geldi. Hocası dedi ki:
— Sorduklarıma tam cevap ver, doğru cevap ver!

— Peki, hocam, buyurun.

— Teheccüd namazına niye kalkıyordun, neden bana sormadın? Neden benden izin almadın? Çünkü sebebi var. Sen her yerde, ben her gece teheccüde kalkıyorum diye kibirleniyordun. Söyle bakalım, doğru mu?

— Doğru efendim, o niyetle kılıyordum.

— Benim sana anlattıklarıma biraz da kendin ilave edip, herkesin senden bahsetmesini istedin. Sen büyüklerden değil, hep kendinden bahsettin. Neticede, kalbini de unuttun. Kalbini gurur ve kibir kapladı. Doğru mu?

— Hepsi doğru efendim.

— Peki, suçunu kabul ediyor musun?

— Kabul ettim efendim.

— Pişman mısın?

— Evet, çok pişmanım,

— Şimdi tevbe et bakalım!

— Tevbe ettim, affet beni yâ Rabbi!

Böyle dedikten sonra vefat etti. İhlâsla tevbe edeni Allahü teâlâ affeder. Bir âyet-i kerime meali:

(Kim günah işler veya kendine zulmeder, sonra pişman olup, mağfiret dilerse, Allah’ı çok affedici, çok merhametli bulur.)

 
Geridön
 





Dünya Namaz Vakitleri


Türkiye Takvimi


Sitemizdeki bilgiler, bütün insanların istifadesi için hazırlanmıştır.
Orjinaline sadık kalmak şartıyla, izin almaya gerek kalmadan, herkes istediği gibi alıp istifade edebilir.