Ana Sayfa Yap   |   Favorilere Ekle   |   
Arama:
Hikmetli Sözler  >  Emri maruf için üç ana şart  
 
Yazıcı için   Yazı boyutunu büyütmek için     
Emri maruf için üç ana şart


Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:

* Emr-i maruf yapmak, nehy-i anil-münker yapmak her mümine farz. Yani her mümin bir şey anlatmak zorunda. Veyahut da bir şey anlatılmasına sebep olmak zorunda. Ancak, herkes emr-i maruf ve nehy-i anil-münker yapamaz. Bunu yapması için üç ana şart lazım. Bu üç şart noksansa faydalı olamaz.

Bu üç şarttan birincisi, ilim sahibi olacak. İlim de üçe ayrılacak. Hem fıkıh ilmi, hem tasavvuf ilmi, hem de fen ilimlerin de mahir olacak, bilecek.

İkincisi, adil olacak. Yaptığı işlerinde, hizmetlerinde adalet ön planda olacak. Adalet nedir? Çobanla sultan aynı haklara sahiptir. Babası olsa, dedesi olsa, oğlu olsa, kızı olsa, fark gördüğü anda, farklı muamele yaptığı anda o adil değildir.

Üçüncüsü, güzel ahlak sahibi olacak. Güzel ahlak nedir? Kalb kırmamaktır, bağırmamaktır, darılmamaktır, gücenmemektir. Ne kadar zor iştir, o halde emr-i maruf herkes yapamaz. Bunlardan biri noksan olursa hizmet de noksan olur. Ne yapmamız lazım, hepimize farz. O zaman bunları en iyi derleyen, toplayan, anlatan bir kitabı [mesela Tam İlmihâli] birine verirsin veya verilmesine sebep olursun. Böylelikle emr-i maruf farzından kurtarırsın. Yoksa fitneye sebep olursun. Fitne de çok tehlikelidir, adam öldürmekten büyük günahtır.

* Herkes bir arzu ve istek peşinde. Kavuştukları ise ancak ölümüne kadar. Öldükten sonra bunların hiçbiri mezara girmiyor. Bunlar ona dost olmuyor. Bunların hiçbirini ona vermiyorlar. Diyorlar ki bunlar sana ait değil. Peki, ne yapmalı? Kabrimize girecek olanı seçmeli. Bu nedir? O da, Allahü teâlâya ihlasla ibadet etmek.

* Gök her yerde mavidir. Dünyanın neresine giderseniz gidin gök rengi hep aynıdır, mavidir. Büyükleri sevenler, yollarında olanlar, dünyanın neresinde olurlarsa olsunlar, bu yolda olduktan sonra, hiçbir şekilde ayrı olamazlar. Hindistan’da, Dağıstan’da, Amerika’da, Avrupa’da her yerde olabilirler. Bu mesafe hiç mühim değil, eğer sevgisi ve muhabbeti varsa, o her zaman beraberdir.

* Ahir zamanda en büyük tehlike sağı solu dinlemektir. İmam-ı Rabbani hazretleri gibi ehli sünnet âlimlerinin kıymetli kitaplarına kavuşanlar, hazineye kavuşmuş demektir. Bu hazine kıyamete kadar onlara yeter. Ama o hazine rafta, vitrinde beklemek için değildir. İlaç rafta istediği kadar beklesin, insan hastaysa ölür gider. O ilacı içmek lazım.

* Muvaffakiyetin en büyük sebeplerinden birisi de moraldir, güvendir, enerjidir. Bir cemaatte, sevgi ve muhabbet hasıl olunca, hizmetler ön plana çıkar, dedikodular azalır veya yok olur, onun yerine dua gelir, dua ise çok hoştur. Tabi hizmetler arttıkça rahmet artar, rahmet arttıkça merhamet artar, merhamet arttıkça bereket artar. Bereket arttıkça herkesin rahatlığı ve huzuru artar. Allah için olmayan işte hayır ve sevgi olmaz, var zannedilenler sahtedir.

* Bu dünyada herkes tarafını belli edecek, başka çaresi, yolu yok. İki taraf var, ortası da yok. Ya iman tarafında, ya küfür tarafında. Ahirette de iki taraf yani iki yer var, ya Cennet, ya Cehennem. Ortası yani üçüncü yer yok.


Utanmayan her şeyi yapar
* Âdem aleyhisselamdan, bizim Peygamberimize kadar, kaç bin peygamber geldiyse bütün peygamberler ümmetlerine tebliğ edip, şu nasihatte bulunmuşlardır:
(Eğer utanmıyorsan sen her şeyi yaparsın.)

Bu bir tehdittir. Onun için Peygamber efendimiz buyuruyor ki:
(Hayâ imandandır.)

Utanmak bir nimettir. İnsan utanmazsa her şeyi yapar. Onun için utanma duygusu çok lazım. Utanmak için de utananlarla birlikte olmak lazım. Utanmayanlarla birlikte olursan sen de utanmaz olursun. Çünkü ahlak bulaşıcıdır. İyi ahlak da bulaşır, kötü ahlak da bulaşır. İyi ahlaklı olmak istiyorsan, iyi ahlaklılarla beraber ol, bozuk olmak istiyorsan bozuklar çok var.

* Himmet, aynı noktaya bütün gayretin, bütün duanın, bütün düşüncenin, her şeyin aynı noktaya tekzip edilmesidir. Aynı noktada birleşmesidir. Buna himmet derler. Ve buyuruyor ki büyüklerimiz, eğer müminler bir noktaya, aynı noktaya teveccüh ederlerse, aynı noktaya kendi dikkatlerini, dualarını, her şeylerini birleştirirlerse, dağlar tepe takla olur. Yani hiçbir engel kalmaz. Her şey dümdüz olur.

* Mümin, müminlerin arkasından dua eder, münafık müminlerin arkasından gıybet eder. O halde müminle münafık arasındaki fark budur. Hiçbir mümin hiçbir müminin arkasından, o duyduğu zaman üzüleceği bir şeyi söylemez. Yani söylememesi lazım... Yoksa kul hakkına girer. Kul hakkı mutlaka helalleşmeye bağlı... Para pul hakkı varsa, hadi vârislerine verirsin, değilse hayır hasenat yaparsın, bir şey söylersin. Ama eğer onu kıracak, onu üzecek, onu darıltacak, onun canını sıkacak bir laf ettiysen, o da onu duyduysa, yandın bil... Tâ ki onu bulup helalleşinceye kadar... Ya öldüyse, hadi bu sefer ne olacak? Peygamber efendimiz buyuruyor ki:
(Allah’a ve ahiret gününe iman eden ya hayır söylesin ya sussun. Allah’a ve ahiret gününe iman eden, komşusuna iyi davransın. Allah’a ve ahiret gününe iman eden, misafirine bol ikramda bulunsun.)

Dediler ki, ya Resulallah bir kadın var. Gece gündüz ibadet yapıyor. Ama komşular illallah diyorlar kendisinden. Peygamber efendimizin verdiği cevap:
(Onun gideceği yer Cehennemdir.)

Herkes, eline ve diline sahip çıkmalı. Sabah oldu mu bütün azalar, insanın diline, (Ne olur ne kendini yak, ne bizi yak. Yapma, yapma) diye yalvarırlarmış. Dilinle bizi yakma. Çünkü o yalan söylerse, iftira ederse, gıybet ederse, bütün vücut onun acısını çekecek sonra. (Ya hayır konuş, ya sus) buyuruldu.

* Müminin alameti verdiği sözde durmasıdır. Mümin olduğumuz iki şeyden belli olur:
Birincisi, elinden emin olunur.
İkincisi, dilinden emin olunur.
Yani mümin asla ve kat’a, mümkün değil harama el uzatmaz. Haramı tutmaz, haramı içmez, haramı yemez, haram yazmaz ve haram konuşmaz. Elinden, dilinden emin olunur.

* Ömür boyu çevresinde ölenleri gören ve onların cenazesini taşıyan insan zanneder ki; hep böyle devam edecek. Düşünmek gerekir ki; cenazesini taşıdığınız adam da çok cenaze taşımıştı; fakat bugün kendisi cenaze oldu. Bir gün de gelecek biz cenaze olacağız, unutmayalım.


Kalbler ve birleşik kaplar
* U şeklinde bir tüpe su konursa, su gider gelir ve iki taraf da eşitlenir. İşte Müslümanlar da, bir araya geldikleri zaman birbirlerinin kalblerine nur akar. Aynı birleşik kaplar gibi. Onun için kötü insanlarla bir araya gelmemelidir. Onlara nur gitmez, onlardan zulmet gelir. Peygamber efendimiz İslamiyet’in ilk zamanlarında kabir ziyaretini yasaklamışlardı. Çünkü o zamanlar vefat edenler Müslüman değildi. Ama ne zamanki Müslümanlar da, vefat etmeye başladı, izin verdiler. Mesela din kitabını okurken de, yazanın kalbindeki nurlar birleşik kaplar usulü gidip gelmeye başlar. Bu yüzden, İmam-ı Rabbani hazretleri gibi büyüklerin kitaplarını okumalı. Bir kişi kitap okursa, kitap okumuş olur. İki kişi okursa sohbet olur ve yine nurlar gidip gelmeye başlar.

Bir velinin kalbindeki nurlar da böyledir. O zatı tanıyan ve seven çok feyz alır. Tanımayan, Afrika’nın ortasında birisi de feyz alır. Ama tanıyıp inkâr eden, kapısının önünde de dursa feyz alamaz. Feyz vermek o zatın elinde değildir. Kendiliğinden akar. Ama üç kişi bu feyzi alamaz:
1- Kâfirler,
2- İnkâr edenler,
3- Şüphelenip imtihan edenler.
Şah-ı Nakşibend hazretleri (Hocasını imtihan eden melundur) buyurdu.

* Çocuklarımızın gönlüne evliya ve büyüklerin sevgisini yerleştirmeliyiz. Onlara devamlı büyüklerden mesela İmam-ı Rabbani hazretlerinden, Abdülkadir-i Geylani hazretlerinden bahsetmeliyiz. Onların sevgilerini mermere işler gibi kalblerine yerleştirmeliyiz. Böyle olursa, onların imanı, mermere kazınır gibi olur. Yoldan çıkmazlar, yollarını kaybetmezler.

* Ramazan-ı şerifin her günü müminler için bayramdır. Bu günlerin kıymetini bilip değerlendirenin bütün bir senesi bereketli geçer.

* Ehl-i sünnet âlimlerinin bir kitabını mesela İmam-ı Rabbani hazretlerinin Mektubatını birine vermek demek, onu kulağından tutup Cennete koymaya çalışmak demektir.

* İbadet edenin göğsünü kabartmasından, günah işleyenin günahı sebebiyle kalbinin kırık olması, pişmanlık içinde bulunması daha iyidir.

* İslamiyet’te bir kişinin eli kalkar, bir kişinin eli iner. O kişi de emirdir.

* Bir beldeye gelince önce camiye gidilmesi sünnettir.

* Ya büyükleri kalbde tutmalı veya onların kalbine girmeli.

* Önünüze engel çıkarsa, bunu aşmaya uğraşmayın, yanından dolaşın.

* Sükût ikrardan gelir.

* Evlada yapılan iyilik veya kötülük babaya yapılmış demektir.

* Hayırlı işlerde sıkıntı çok olur.


Şifa ve zehir olan feyz
* Sahihü’l-yed demek, evliyalığı sağlam kaynaktan demektir. Bir evliyadan istifade edilebilmesi, feyz gelebilmesi için iki şart lazımdır. Birincisi, yol, sahih, sağlam olmalı, yani silsilesi Peygamber efendimize kadar sağlam ve belli olmalıdır. İkinci olarak da, o zata tam teslim olmaktır. Teslim olanın kalbi bozuk olmamalı, teslim olduğu zatta kusur, eksiklik görmemelidir. Peki kalb bozuk olursa, hocasında kusur, eksiklik görürse, ne olur? Yine feyz gelir, ama bu sefer ters tesir yapar, zehirler. Şekerin, şeker hastasına zarar vermesi gibi. Feyz de, kalbi bozuk olan kimsede zehir şekline döner. Nitekim, Allahü teâlâ Kur’an-ı kerimde, Kur'an-ı kerim, imanı olanların imanını arttırır, kâfirlerin de küfrünü, buyurdu. Çünkü Kur'an-ı kerim nurdur. Şah-ı Nakşibend hazretleri: "Hocasını imtihan eden melundur" buyurdu. İnkâr eden kavuşmaz. Ona gelen feyz, daha çok sapıtmasına sebep olur. İlk önce arkadaşlarını tenkit etmeye başlar. Sonra hizmetleri beğenmemeye başlar. En sonunda da hocasını da inkâr eder.

* Sevgi yukarıdan aşağı doğrudur. Babanız sizi sevmese siz onu sevemezsiniz. Binaenaleyh Allahü teâlâ bizi sevmese biz onu sevemezdik. Kur’an-ı kerimde de böyle buyuruluyor: Radıyallahü anhüm ve radu anh. Yani Allahü teâlâ onlardan razıdır, onlar da Allahü teâlâdan razıdır. Önce Allahü teâlânın razı olduğu zikrediliyor.

* Bir gün, bir büyük zatın talebelerinden birisi hocasına; “Efendim, Büyüklere sual sorulduğu zaman, onların verdikleri cevap hep doğru çıkıyor. Ben bunun hikmetini anladım” der. Hocası, nasıl anladınız buyururlar. “Efendim büyüklere, İslam âlimlerine birisi bir sual sorduğu zaman neticesi hep doğru çıkıyor. Anladım ki büyükler o kişinin dünyasına değil ahiretine bakıyorlar. Ona göre cevap veriyorlar. Onun için de neticesi doğru çıkıyor” der. Hocası, üç defa “doğrudur” der ve “Maşaallah güzel anlamışsınız. Allahü teâlâ dünyaya sivrisineğin kanadı kadar kıymet vermemiş. Onun ahlakı ile ahlaklanmış olan büyükler hiç verir mi?” buyurur. Yine buyurur ki: “Peki âlim kime denir? Âlim çok kitap okuyana, çok bilene denmez. Âlim, hakkı bâtıldan ayırabilene denir. Hakkı bâtıldan ayırabilmelidir ki, insanların ahiretine göre cevap verebilsin. Hakiki âlim o kimsedir ki, başını bir aslanın ağzında farzeder; bir yanlış hareketiyle aslan başını koparabilir.”

* İnsan ceset ve ruhtan müteşekkildir. Cemiyetler de [şirketler, devletler de] böyledir. İman ve fen bilgileri [teknoloji] dengede ise, o cemiyet devam eder. Eğer iman ileride, teknoloji geride ise veya teknoloji ileride, ama iman geride ise, o cemiyet dağılmaya, yıkılmaya mahkumdur.

* İmanı olmayana, iyi tabip, iyi fizikçi [iyi insan] denmez. Tabibliği iyidir, fizikçiliği iyidir denir. Allah’ın düşmanına iyi denmez. Ne keşfederse keşfetsin, imanı yoksa hiç kıymeti yoktur.

* Fitne, bir müminin bir işinden, sözünden, hareketinden, başka müminlerin zarar görmesidir. Onun için, öyle yaşayın ki, öyle konuşun ki, sizin yüzünüzden birisi ehl-i sünnetten çıkmasın. Sizin yüzünüzden birisi hizmetlerden soğumasın. Sizin yüzünüzden birisi Cehenneme gitmesin. Eğer Cehenneme giderse sizi de götürür. Öyle bir hayat sürün ki kimse size düşman olmasın.


İnsanı en son terk eden huy
* İnsanı en son terk eden kötü huy emretme, şef olma arzusudur. Bu arzu çıkar, sonra can çıkar. Eskiden adamın birisi helâya gitmiş. Helâda dizili olan ibriklerden birisini almış içeri girerken, helâ bekçisi demiş ki, o ibriği bırak öbürünü al. Öbürünü almış, çıktıktan sonra demiş ki, bu ibriğin ötekinden ne farkı vardı? (Eeee bırak da benim dediğim olsun) demiş.

* İnsanlardan riyazet yapanlar iki türlüdür:
Birincisi, nefslerinin arzusu istikametinde riyazet yapanlar. Bunların hâli, bir tahtaya siyah cila sürmeye benzer. Siyah cilayı sürdükçe tahta parlar. Öyle ki, ayna gibi olur, kendisini görür. Aslında bu nefsin cilasıdır. Altı tahtadır.

İkincisi, Allahü teâlânın emirlerine uygun olarak riyazet yapanlar. Bunların durumu ise ayna gibidir. Aynanın arkası ne kadar kararırsa parlaklığı o kadar artar. İşte bu keramet, öteki ise istidracdır.

* Bir gün, büyük bir zatın talebelerinden birisi, kendisine iyilik ettiği halde, ondan kötülük gördüğü başka bir talebe için hocasına; (Efendim ben kimse için kötü düşünemem. Elimden gelmez, gelse bile kötülüğün icap ettirdiği gibi davranamam. Ben falan arkadaşa elimle sütlaç yedirdim. Parası yoktu, para verdim, işlerini gördü. Ben buna ne yaptım da bana bu kötülüğü yaptı?) diye sordu. Hocası buyurdu ki:
(Peygamber efendimiz kime ne yaptı? Evinden, yurdundan sürdüler, öldürmeye kastettiler. Dünyada en çok düşmanı olan kimdir biliyor musunuz? Allahü teâlâdır. Sonra Kur’an-ı kerimdir. Sonra Peygamber efendimizdir. Niye? Çünkü hakkı söylüyorlar. Onun düşmanlığı size değildi. Hocanıza yani bana idi. Ama açıklayamadı. Çok geçmez yakında açıklar.)

* Büyüklerden istifade etmek için onlara kendinizi acındırmak lazımdır.

* Büyüklerin yolu kısa ve kavuşturucudur.

* İnsanlar hürriyetlerinin genişlemesini istiyorlar. Hata ediyorlar. Hâlbuki akılları olsa, otoritenin sıkılaşmasını isterlerdi. Tasmalı köpekler el üstünde geziyor. Hâlbuki tasmasız köpekleri itlaf ediyorlar (öldürüyorlar.)

* Emirin haberi olmadan yapılan iş, girdi ve çıktı meşru değildir.

* İnandığını söyleyenin sözünde, rabbani tesiri vardır. Öğrendiğini söyleyenin sözünde ise, tesir yoktur.

* Bir gün, bir büyük zatın talebesi, başka bir talebe arkadaşı için hocasından dua ister. Hocası buyurur ki: Ben ona dua etmem. Etsem de kabul olmaz. Çünkü annesi ondan razı değil.

* Yukarıda kalan mahrum kalır. Aşağıda kalan nimetlere kavuşur. Yani kibirlenen mahrum kalır, tevazu sahibi olan nimetlere kavuşur.


Şöhret iki türlüdür
* Şöhret afettir. Ancak, şöhret iki türlüdür. Birincisinde şöhret olmayı arzu eder, o afettir. İkincisinde o şöhret olmayı istemez, Allahü teâlâ onu meşhur eder ve onu korur.

* İlim ancak cehaleti giderir, ahmaklığı değil. Ahmak kime denir? Ahmak, hata yapan değil, hatada ısrar edendir.

* Eğer gemi sahile çıkarsa, yalnız kaptanını değil, içinde kim varsa, hepsini götürür. Hepsini sahile çıkarır. Onun için sağlam gemiye binmelidir.

* Bir gün gelecek İslamiyet’i değiştirip bozacaklar. Yeni bir din ortaya çıkaracaklar. Adına da İslamiyet diyecekler.

* Ehl-i dünyanın en iyi dostu sağlık, en büyük düşmanı hastalık, en iyi sevgisi çocuk, en büyük acısı açlıktır. Ehl-i ahiretin en iyi dostu Allahü teâlâ, en büyük düşmanı nefs, en iyi sevdiği mürşid, en büyük acısı ayrılık.

* Mümin istişarede menfaati gözetmez. O soran Allah rızası için sorar, siz de Allah rızası için cevap verirseniz, zahirde yanlış bile olsa, Allahü teâlâ onu hayra tebdil eder, doğrultur.

* Akıl neye denir? Akıl, öldükten sonra, yani ahirette işe yarayanları yaptıran nesnedir. İşe yaramayacak olanlar akıl ile değil, zeka ile yapılır.

* Kızmak iki türlüdür. Nefs için olursa makbul değildir. Ama karşıdakinin iyiliği için olursa buna gayret denir. Bu makbuldür, kıymetlidir ve tatlıdır. Çünkü Allah rızası için kızar, nefsinden dolayı değil.

* Şeytan müminin kalbine giremez. Ancak pencereden vesvese verir. Mümin, kalbinden ruh âlemine pencere açılmış bir kimsedir. İnanmak ve istifade etmek için feyz penceresi açılır. Kâfirin ruh âlemine açılan penceresi kapalıdır.

* Ahirette faydası olan şeye muvaffakiyet denir. Bunun da tek engeli insanın kendi nefsidir. Kâfirler de muvaffak olabilir. Ama bu dünyevi muvaffakiyettir. Ahirette faydası olmaz.

* Dünya bölücüdür, ahiret birleştiricidir.

* İstikbâliniz için iki şeyden korkun: İsraf ve kibir.

* Bir kimsenin bir ehlullahı sevdiğinin alameti üçtür: Tâbi olur, özler, metheder.

* Müminin artığı şifadır, kelamı şifadır, nazarı şifadır.

* Evliyanın gözünden düşmektense, yedi kat göklerden düşmek yeğdir.

* Fıkıh ile meşgul olanın ömrü uzun olur.

 
Geridön
 





Dünya Namaz Vakitleri


Türkiye Takvimi


Sitemizdeki bilgiler, bütün insanların istifadesi için hazırlanmıştır.
Orjinaline sadık kalmak şartıyla, izin almaya gerek kalmadan, herkes istediği gibi alıp istifade edebilir.