Ana Sayfa Yap   |   Favorilere Ekle   |   
Arama:
Hikmetli Sözler  >  Nasıl yapılır, Niçin yaptın  
 
Yazıcı için   Yazı boyutunu büyütmek için     
Nasıl yapılır, Niçin yaptın


Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:

* Dünya hayaldir. Bu hayali o kadar unutmak zor değil, gerçeği konuşmak lazım. Çünkü öldükten sonra iki yer var, Cennet ve Cehennem. Ortası yok. İman ve küfrün de, ortası yok. Burada insanın karar vermesi lazım. İki yol var. Birisi Cennete, diğeri Cehenneme götürüyor. Bunlardan birine karar verip, orada yürümek lazım. Yolsuz yürümek mümkün değil. Bir anda iki yolda birden yürümek, hiç mümkün değil. Ya doğuya gidersin, ya batıya. Elhamdülillah biz Allahü teâlâya iman ettik, Peygamber efendimize iman ettik, ne bildirdiyse kabul ettik, beğendik, ahiret gününe iman ettik. Ama bu iman ettiğimiz yolda, şüphesiz ki çok sakatlıklar yapıyoruz, kusurlar işliyoruz, günahlar işliyoruz. Peki, bizim sonumuz ne olacak, neticesi ne olacak diye düşünürüz.

Bunu bir büyük zata talebelerinden birisi sorar:
(Efendim biz, dinimizde bildirilen her şeye iman ettik, bu yoldayız; fakat, bazen namaz kılarken kaç rekât kıldığımızı bile şaşırıyoruz. Namazda seksen türlü işler hatırımıza geliyor. Böyle ibadetlerimizin hiçbirisin kabul olmadığını düşünüyoruz. Hizmetlerimiz öyle, peki Allahü teâlâ ne muamele edecek ahirette? Yani bütün bu hatalarımıza rağmen, bütün kusurlarımıza rağmen ne olacak bizim halimiz?)
Güzel soru, çünkü bu soru hepimizin hatırına gelir. Mübarek zatın verdiği cevap şöyle olur:
- Evladım, bana bir bardak su getir.

Talebesi hemen koşup bir bardak su getirir. Kendisine dört beş adım kala,
- Orada dur buyurur.

Talebe durur. Hocası devam eder:
- Şimdi aksilik bu ya, ayağın takıldı ve halıya bardakla birlikte düştün, bardak kırıldı; içindeki su da döküldü. Yani su gelmedi. Suyu bana getirirken, başına gelen bu kazadan dolayı sana, kızar mıyım, acır mıyım? Acırım efendim.

Çünkü o suyu siz bana getiriyordunuz, ama böyle oldu ne yapalım buyurur. İşte bizim ibadetlerimiz de böyle. Allahü teâlâ da Ona giderken yaptığımız hatalar ve kazalar sebebiyle kızmaz, acır. Onun merhameti çok, sonsuz, acır ve affeder buyurur. Yeter ki siz o suyu Ona götürün. Yani Ona doğru gittikten sonra korkmayın. Ama şimdi Ahmed’e gidip de, Mehmet’ten para istemek olmaz. Allahü teâlâ kalbe ve niyete bakar. Bu kulum bu ibadeti yapıyor ama niçin? Bu hayır ve hasenatı yapıyor ama niçin? Doğru olmak şartıyla öğreniyor, ilim yayıyor, ama niçin? İşte bu niçin sorusu, Müslümanlara ahirette sorulacak soru. Bunun da cevabı var. Ya Allah için, ya şu, ya bu veya meşhur olmak için veyahut da zengin olmak için. Yahut da aferin desinler diye. İşte bu çok kötü... O zaman da Cenâb-ı Hak diyecek ki ahirette, (Sen bunları kimin için yaptıysan, git ücretini de ondan iste. Eğer benim için yaptıysan, hatasıyla sevabıyla gel seni affedeyim. Başkası için yaptıysan, bana niye geliyorsun?)

Peygamber efendimiz buyuruyor ki:
(Allahü teâlâ sizin şeklinize, işinize, gücünüze bakmaz, kalbinize ve niyetinize bakar.)

Yaptıkları işler bakımından kâfirlerle müminler arasında farklar vardır. Kâfirler her yerde ve her zaman, nasıl sorusuna cevap arar. Nasıl belli olur, nasıl bina yapılır, nasıl şu yapılır, nasıl? Ama mümin, niçin sorusuna kendini ayarlar. Allahü teâlâ ahirette kullarına niçin sorusunu soracaktır. O halde fark buradadır. Yani birisi dünyalık, diğeri ahiretlik olacaktır. Bu yüzden doğru yolda olmak şartıyla, niyetleri de ıslah etmek, düzeltmek lazımdır. Büyükler buyuruyor ki:
(Allahü teâlâ vermek istemeseydi istek vermezdi.)

Ondan hayırlı ömür, hayırlı ölüm isteyin. Hayırlı ömrün yanında, hayırlı ölümü de unutmayın. Ölümsüz olmaz.


Kalbin özelliği
* Kalb sünger gibidir. Bulunduğu yerdeki iyi kötü her şeyi alır, emer. Bu kalbin özelliğidir. Bunun için iyi yerlerde bulunmaya, salih insanlarla beraber olmaya dikkat etmeli. Bozuk kitapları okumamalı. İmam-ı Rabbani hazretleri gibi büyüklerin kıymetli eserlerini okumalı. Çünkü iyi ve güzel şeyler kalbi parlatır, habis ve bozuk şeyler kalbi karartır, hasta eder. Son nefeste kalbin aydınlık, parlak olması çok önemlidir. Bunun için kalbde zulmete sebep olacak yerlerden, bozuk kimselerden ve kötü şeylerden uzak durmak, korunmak şarttır.

* Müslüman her haramdan uzak durmalı. Haram demek Allahü teâlâya isyan demektir. Ahirette Cennetten Cehennemden başka yer yoktur. Ölümün ne zaman geleceği ise bilinmez. Ölmek felaket değil, tedbir almamak, ahirette başına gelecekleri bilmemek felakettir. Büyük zatlar diyor ki:
Dün öldü, bugün can çekişiyor, yarın var mı?
Genç olan ölmez mi, ölenler hep ihtiyar mı?

“Ben ölmem” veya “Cehennem ateşi bana zarar vermez” diyen, dilediği kötülüğü işlesin! Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Dünya için, dünyada kalacağın kadar çalış! Ahiret için, orada sonsuz kalacağına göre çalış! Allahü teâlâya, muhtaç olduğun kadar itaat et! Cehenneme dayanabileceğin kadar günah işle!) [Eyyühel veled]

* Her işin başı, din gayretidir. Bu gayret varsa kaya bile erir. Muvaffak olmak istiyorsanız, yaptığınızı Allah rızası için yapın, birlik beraberlikten ayrılmayın, yalandan hileden sakının, doğru olun.

* Ahirete giden herkes bir pişmanlık duyacaktır, dünya için kanaat olur, ahiret için kanaat olmaz. Dünya için tevekkül olur, ahiret için tevekkül olmaz. Dünyada pişmanlık nimettir; fakat ahirette pişmanlık felakettir. Kabirden birisi çıkıp dünyaya gelse nasıl yaşar! Herhalde bir an boş geçirmez, hep ahireti için çalışırdı, günah işlemezdi, kalb kırmazdı... Peki, biz oraya gitmeyecek miyiz, gidince başımıza neler geleceğini, nelerle karşılaşacağımızı dinimiz bildiriyor. Allah’a iman etmeyenler, Peygamber efendimizin getirdiklerine inanmayanlar, beğenmeyenler, din-i İslam’ı kabul etmeyenler, Cehennemde feryat edecektir. Yarabbi bizi tekrar dünyaya gönder, hiç günah işlemeyeceğiz, hep ibadet edeceğiz diyecekler. Onlara; (Zaten oradan geldiniz ya...) denilecektir.

* Bu dinin temeli öğrenmek ve öğretmektir. Ama doğruyu, büyüklerimizin bildirdiği şekilde ehl-i sünnet itikadını öğrenmek ve öğrendiğini öğretmektir. Allahü teâlâ hiçbir şeyi gayesiz ve hikmetsiz yaratmamıştır. Her şeyin bir hikmeti, gayesi vardır. İnsanın bile yaşarken bir gayesi, maksadı vardır. Rabbimizin her yarattığında bir hikmet vardır. Allahü teâlâ insanı maksatsız, gayesiz yaratmadı. Sizi bir gaye için yarattım buyuruyor. "Sizi ibadet için yarattım" buyuruyor. İbadet; Onu tanımak, Onun büyüklüğünü anlamak, kendisinin de çok kötü bir nefsinin olduğunun farkına varmaktır. Kendini tanımak ne kadar artarsa Allahü teâlânın büyüklüğü o kadar anlaşılır. Kendini beğenen, Müslümanları beğenmez, İslamiyet’i beğenmez, böylece şirke kadar gider.

Dini öğrenmek ve öğretmek herkese farzdır. Bizden öncekiler bize öğretmek için uğraşmasalardı, bu gayreti göstermeselerdi, bugün biz Müslüman olamazdık. Biz de, bizden sonrakilere temiz bir şekilde ulaştırmalıyız, üzerimizdeki emanet çok büyüktür.


İnsanlar uykudadır
* Dünya, uykudaki bir kimsenin rüyasıdır. İnsanlar uykudadır, ölünce uyanırlar. Ahiret ebedî hayattır. Cennet dünyanın karşılığıdır. Dünyayı terk edene, bırakana oranın ebedi nimeti verilecektir. Yani dünyayı sahiplenmeyen, dünya malını sahiplenmeyen, onun bir karanlık olduğuna, emanet olduğuna iman eden için Allahü teâlâ kalıcı olanı verecektir. Cehennem de dünyanın karşılığıdır. Dünyayı isteyip, ahireti unutana verilir, oradan ebediyen ayrılamaz. Bu bir tercih meselesidir, ahireti tercih edene Allahü teâlâ Cenneti verecektir, dünyayı tercih edene Cehennemi verecektir.

* Hayırlı insan odur ki, dünyada Allah’a ve Resulüne iman eder, itaat eder ve ömrünü o yönde bitirir.

* Eğer bir şey mutlaka olacaksa, siz onu olmuş bilin. Ölüm muhakkaktır, ona göre yaşayın.

* Namaz çok önemlidir, dinin direğidir. Namaz kılmayanın yapmış olduğu bütün ibadetler havada asılı kalır, namaz kılmadıkça bir işe yaramaz.

* Kur’an-ı kerim şifadır. Her harfi şifadır. Felak ile Nas surelerini ellerinize okuyun üfleyin ve ağrıyan yere sürün.

* Akıl bu yolu bulana kadardır ve aklına geleni sorar ancak bu yolu bulduktan sonra en büyük düşman akıldır, hep kafayı karıştırır. Gemiye binmişsen, kaptanın işine karışma!

* Cenâb-ı Allah, (Saçı sakalı ağarmış Müslüman bir kuluma azap etmekten hayâ ederim) buyuruyor. O halde saçlarımızı Allah yolunda ağartmalıyız.

* Teknoloji süratle gelişir, insanlara büyük kolaylıklar sağlar. İşleri daha kolay ve daha kısa sürede yapabilirler. Fakat her yeni buluşun zararları da olur. Gün gelir insanlar oyun eğlence merak yüzünden, bu cihazların [bilgisayar, internet, tv vs.] başında bütün zamanlarını harcarlar. Hâlbuki bunların başında az kalmak lazım, işi süratle bitirip başından ayrılmak lazım. Yoksa sizi kendisine esir alır, bütün vaktinizi alıp götürür. Kitap okumaya ve başka iş yapmaya vaktiniz olmaz. Allah diyecek vakit bile bırakmaz. Pislik, tehlike hadsiz hesapsız olur, çok sakınmak lazım. İnsanı alıp felakete götürür. Çocuklara, gençlere zararı daha çok olur.

* Bileği güçlü olan taşı ileri atar. Ehl-i sünnet itikadının yayılması ve bugünlere gelmesi, ehl-i sünnet âlimlerinin gücü ve hizmetidir, kimsenin değil.

* Affetmek, günahları örtmektir, mağfiret etmek tamamen kaldırmaktır. Onun için mümin, Allahü teâlâdan af ve mağfiret ister. Allahü teâlâ da af ve mağfiret ederse her şey tamam olur. Allahü teâlânın bir kulundan razı olması o insan için en büyük müjdedir.

Müminin en güzel duası, müjdesi, birine Allahü teâlâ senden razı olsun demektir. Eğer Allahü teâlâ bir kulundan razı olursa, ona her şeyi vermiş demektir. Cenâb-ı Hak razı olduklarını razı olduğu yerde bulundurur. Rabbimizin de razı olduğu yer Cennettir. Cennete gitmeyi istemelidir. Buyuruluyor ki;
"Vermek istemeseydi, istek vermezdi". Cenâb-ı Allah kuluna bir şey vermek isterse ona bir şeyler söylettirir, istettirir. O vermek istediğini sebeple verdiği için bizim sebebe yapışmamızı ister, yani “Ya Rabbi bize Cennetini ver” dedirtir, söyleten O, verecek olan da O.


Kalbdeki gözün önemi
* Bu göz çok iyidir; ama çok da yanıltıcıdır. Birçok insanın Müslüman olamamasının sebebi bu gözdür. Gözüne inanan, mübarek bir zatın kıyafetine, mesleğine bakarak yanılır, onu dinlemez ve istifade edemez. Baştaki göze değil, kalbdeki göze tâbi olmak lazımdır. Kalbdeki göz, doğruyu-yanlışı ayırır, kimin sevilip kimin sevilmeyeceğini bilir. Hakkı hak, bâtılı bâtıl bilir.

Hiç kimsenin mesleğine veya kıyafetine bakarak karar verilmez, işin kaynağına bakılır, naklettiği bilgiyi nerden aldığına bakılır. Bedenin gıdasını iyi seçtiğimiz gibi ruhun gıdasını da iyi seçmeye mecburuz. Bedene bozuk gıda alan dünyasını yıkar, fakat ruhuna bozuk gıda alan ahiretini mahveder. Pis borudan şifa gelmez. Suyun kaynağı da, geçtiği yolu da temiz olmalıdır. Peygamber efendimize, Hazret-i Ebu Bekrin gözüyle bakanlarla, Ebu cehlin gözüyle bakanlar elbette farklıdır. Eğer insan bu zatlara, bu gözle bakarsa kör olur. Eğer mübarek bir zat diye bakarsa kalb gözü açılır. Eğer Allahü teâlâ bir kuluna hidayet nasip etmişse, ona ehl-i sünnet itikadını vermişse, ona sevgili bir kulunu tanıtmışsa, o bu gözle olmaz. Bu kalb gözüyle olur. Böyleyse, kalb gözü açılmıştır. Kalb gözü, hakkı bâtıldan ayırmak içindir, uçmak uçurmak için değildir, bunu iyi anlamak lazım. En zor iş hakkı bâtıldan ayırmaktır. Peygamber efendimiz de, biz ümmetine öğretmek için, “Ya Rabbi bana hakkı hak, bâtılı bâtıl göster” buyuruyor.

Bir gün bir mübarek zata sormuşlar, siz hocanızdan ne öğrendiniz ki hep ondan bahsediyorsunuz? O zat da, ben hocamdan kim sevilir, kim sevilmez onu öğrendim, bu da bana yetti buyurmuş. Bir kişi hakka bâtıl diye saldırırsa, bâtıla hak diye sarılırsa mahvolur. Peygamber efendimiz, ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacak, yetmiş ikisi bozulacak ancak biri doğru yolda kalacak buyurmuşlardır. Bu yetmiş iki fırka, Cehennem ateşine girecektir, itikat bozukluğu olduğu için Cehenneme gidecektir. Ateş bu pisliğin temizlenmesi içindir; fakat Peygamber efendimiz ümmetim dediği için, bunlar daha sonra Cennete girecektir. Kimsenin tek başına doğruyu bulması mümkün değildir. İmam-ı Rabbani hazretleri gibi, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarını okumalıdır.

* Büyüklerin yolunda olana feyz vardır. Dünyanın neresinde olursa olsun istifade eder. Ancak iki kişi feyz alamaz. Biri inciten, diğeri inkâr eden... İncitmek itiraz etmekle, inkâr da reddetmekle olur. İnkâr eden mahrum kalır. İncitmedikten sonra, inkâr etmedikten sonra istifade eder.

* Dinimize uymak, emirleri yapıp yasaklardan sakınmak için ilim şarttır, ama doğru kaynaktan.

* Kimler dünyada birbirini severse, birlikte olursa, ahirette de birlikte olacaklardır.

* Allah demek ferahlık verir. Velev ki inanmayan da olsa!

* Kim kendini severse başkaları onu sevemez.

* Allah’ın dilediği olur. Nasıl dilerse öyle olur. Mümine lazım ve layık olan, hastalık ve sıkıntıda sabretmek, sağlık ve rahatlıkta şükretmek... O halde müminin iki vasfı vardır, sabır ve şükür. Bir şey geldiği zaman başına, neden benim başıma geldi derse, zarar eder. Bu Rabbimin bana ihsanıdır, hediyesidir dedi mi o zaman kurtarır. Sağlığa kavuştuğu zaman da azmamalı. Çünkü çok sağlam insanlar, hastalardan daha çabuk gidebilir. Mümin her zaman ve her yerde Rabbi ile beraber olacak ve başına bir musibet geldiği zaman, sabredecek. Nimetlere kavuştuğu zaman da şükredecek. Çünkü Allahü teâlâ şükretmenin de ayrıca sevabını verecek.


Mümin, mümini gördüğü zaman
* Kâbe-i muazzama ilk görüldüğü zaman, mümin ne dua ederse Allahü teâlâ kabul eder.
Kâbe öyle... Müminin kalbi, Kâbe'den çok kıymetlidir. Nasıl Kâbe'yi ilk gördüğünüz zaman yapılan duayı, Allahü teâlâ reddetmeyip kabul ediyorsa, bir mümin bir müminle karşılaştığı zaman, ne dua ederse Allah kabul eder.

Bir mümin bir müminle karşılaştığı zaman yapacağı dua (Esselamü aleyküm) olmalıdır.

Esselamü aleyküm demek, Allahü teâlâ, sana hem dünyada, hem ahirette selamet versin, seni Cennetine koysun demektir.

Mümin de, (Ve aleyküm selam) veya (Ve aleyküm-üs-selam) derse, Allahü teâlâ sana da hem dünya, hem ahirette selamet versin diyerek, duasına karşılık vermiş olur. Devam edip (Ve rahmetullahi) derse, Rabbim sana rahmet etsin demiş olur. (Ve berekâtühü) de derse, Allahü teâlâ, kazancına bereket versin, ömrüne bereket versin, sağlığına bereket versin demiş olur. İşte müminin, mümini gördüğü zaman yapması gereken en iyi dua selamlaşmak oluyor.

* Büyükler, kendilerini sevenleri ve hizmetlerinde bulunanları ahirette de unutmazlar. Bir büyük zat buyurur ki:
(Allahü teâlâ, bu hizmetlerden dolayı, inşallah bizlere çok büyük nimetler verecek, cenneti nasip edecek. Eğer Allahü teâlâ bize bu imkânı nasip ederse, ihsan ederse, ben Cennetin kapısında, "Ya Rabbi, bu hizmetleri ben tek başıma yapmadım. Dünyada iken kardeşlerim vardı, arkadaşlarım vardı, talebelerim vardı, onlarla beraber yaptım. Onları da isterim, onlarla beraber Cennete gitmek isterim", diye dua edeceğim.)

Bir talebesi, (Efendim orası mahşer, Allah korusun insan ayrı düşse bulunamaz. Ya orada Allah muhafaza etsin, garibin birisi bir yerde takılır da kaybolursa, o gelemezse ne olacak?) diye sorunca, şöyle cevap verirler:
(İnsanların işi karışık olur. Ama Allahü teâlânın işi karışık olmaz. Allahü teâlânın her işi muntazamdır. Mahşerde herkes sevdiği ile beraber olacaktır. Orada ne kaybolma var, ne karışıklık var, hepsi bir arada olacaklar, hiç merak etmeyin. Hiçbir arkadaş kaybolmayacak. Allahü teâlânın işlerinde karışıklık olmaz kardeşim, intizam olur. Kimse kaybolmaz. Yeter ki, o kimle beraber olacağına dünyada iken karar versin.)

* Allahü teâlânın bir kulunu sevip sevmediği nereden belli olur? Eğ er Allahü teâlâ bir kulunu seviyorsa, seçmişse, ona sevdiği bir kulunu tanıştırır ve onu sevdirir. O sevdiği kulunu tanıtması, onu sevdirmesi, onu kurtarmak istediği içindir. Mesela Peygamberimize uyanlar gibi... Peygamber efendimize kavuşan, Onun sohbetinde bulunan, Eshâb-ı kirâmdan olan bir zat, ne kadar seçilmiştir, ne kadar sevilmiştir ki hazret-i Peygambere talebe olmuştur. O halde, onun vârislerine de, onu anlatanlara da talebe olmak ve onları tanımak lazımdır. Talebe olmaktan maksat onun kıymetini bilmek, onun değerini anlamak ve gösterdiği yola ve kendisine teslim olmaktır.

*Ateşte yanmanın acısını daha iyi anlamak istiyorsan, gidip ateşe elini sür veya bir şey yak da gör ateşin dehşetini, sonra bir de Cehennem ateşinin şiddetini ve ebedi olarak orada kalmayı düşün, Allah korusun. İnsan bin cilt kitap okuyacağına, sobanın içindeki kızgın ateşe elini bir defa sokup çıkarsa âlim olur. Niye, ölünceye kadar acısını çeker de ondan.


Hiç kimse son nefesten emin olmasın
* Hakiki bayram, dört beş yerde imtihanı verdikten sonra ahirette olacaktır. Bir tanesi ölüm hâli... Çok dikkat edin, Peygamber efendimiz yemin ederek buyuruyor ki:
(Bir mümin ömrü boyunca Cennetlik amel yapar, Cennetlik amel işler ve artık Cennete girmesine bir zra kalmıştır, yani 40–50 santim kalmıştır. Orda bir yanlış iş yapar, Cehenneme gider. Bir kâfir, 80 yıl küfür eder, 80 yıl isyan eder, artık onun Cehenneme girmesine bir zra kalmıştır. O da bir kelime-i şehadet getirir, bir tevbe eder, hiç günahsız Cennete gider.)

O halde hiç kimse, o Aşere-i mübeşşere hariç, son nefesten emin olmasın. Daima uyanık olsun, dikkatli olsun. İmanını, başının üzerinde kaçacak kuş gibi bilip, kaçmaması için dikkatli olsun.

İkincisi kabre girecek. O kabirde sualler var. O kabirde şaşırmak var, Allah muhafaza etsin. Hangi amellerle baş başa kalacak, ona hazırlansın. Mahşer var, güneş malum bir mızrak boyu alçalacak. Gerçi müjdeler var. Müminler için bu iki rekât namaz kılmak kadar olacak. Gölgelerin altında olacak. Ama imanla gitmek için çok uğraşıyoruz zaten. İman olmadan olmaz.

Sırat köprüsü var. Kolay değil, orada yedi tane sual var. Peygamber efendimiz buyuruyor ki, yedinci sualden peygamberler dahi korkmuştur, yedincisinden. İşte birincisi iman, ehl-i sünnet itikadı, oruç, namaz, hac, zekât, gusül abdesti altıncı sual tek başına. Yedincisi de kul hakkı. Bu kul hakkından hepimiz çok korkacağız. Bir adama sert bakmak dahi kul hakkıdır. Peygamber efendimiz, mübarek başıyla değil bütün vücuduyla dönerdi ki, kulun kalbi kırılmasın diye. Niye bana böyle baktı demesin diye. Edebe bakın. Kul hakkı, tâbi sırat köprüsü meselesi var. Bütün bunları aştıktan sonra, hakiki bayram var.

Bu kadar tehlikeli, bu kadar korkulu olan hesaptan, kitaptan, azaptan korkuyorsan, bunun bir çaresi var:
(Bu hesabı rahat ve kolay verecek olanlarla beraber olmak.)

Çünkü Mevlana Halid-i Bağdadi hazretleri divanında buyuruyor ki:
Allah’ın divanında, Allah’ın dergâhında, ehil ve naehil beraberdir. Yani diyor, siz ehil insanlarla beraberseniz, hani her dergâhta ayırırlar ya, sen bizdensin, sen değilsin, sen gir içeri, sen çık dışarı. Bu diyor, insanlar bunu yapar. Ama Allah böyle yapmaz. Onun dergâhına geldiğin zaman, sen buraya layık olmasan da, eğer onların içlerinde bir tane varsa, o dergâhtan içeri girecek, kabul edilmiş birisi varsa. Allahü teâlâ buyurur ki, onlar benim sevdiğim bir kulumla beraberse hepsini alın içeriye alın. Hesaptan sonra içeriye, yani Cennete...

Dolayısıyla, Rabbimiz iyilerle beraber eylesin. Başka türlü kurtulmamız zor.

* Her yüz senede bir dünyanın nüfusu değişir, yani yaşayanlar ölür, yenileri dünyaya gelir. Yüz senede bir cemiyet yok olur, yani değişir. Bir zamanlar başkalarının malı olan şeyleri şimdi biz kullanıyoruz, bizden sonra da başkaları kullanacak. Bir hana [otele] gidiyorsunuz, çıkarken diyorsunuz ki, efendim karyolayı da götüreyim, şu perdeleri de götüreyim. Derler ki, aklından zorun mu var, bunlar senin değil buranın malı. İyi ama ben burada kaldım. Tamam, burada kaldıysan, geldiğin gibi git. İnsanın ömrü bir kundak beziyle kefeni arasındadır. Birisi az bir parçadır, biri de cepsizdir. Boş gelirsin boş gidersin. O halde sadece senin olan, dünyada yaptığın amellerindir.

 
Geridön
 





Dünya Namaz Vakitleri


Türkiye Takvimi


Sitemizdeki bilgiler, bütün insanların istifadesi için hazırlanmıştır.
Orjinaline sadık kalmak şartıyla, izin almaya gerek kalmadan, herkes istediği gibi alıp istifade edebilir.